3.ANA TANRIÇA KYBELE

                                                                                 Gidin hep beraber,

izleyin Phrygia’ya da ki Kybele’nin evini,

korularını tanrıçanın.

Ziller çalar orada, davullar yankılanır.

Romalı Şair Catullus

 

Yeryüzünün Herakles sütunlarına kadar bilindiği kadim zamanda, dünya topraklarının tam ortasında Anadolu vardı. Homeros, bir Anadolu destanı olan İlyada’sında ‘Asya’ dedi buraya. Sonraları, büyük kıtadan ayırt etmek için ‘Küçük Asya’ anlamında ‘Asya Minör’ diye tanımlandı. Bizans’ta, başkent Konstantinopolis’e göre güneşin doğduğu yer olduğundan, Grekçe ‘şafak’ anlamında ‘Anatole’, ‘Anatolia’ diye de anıldı. Uygarlığın beşiği, uygarlıklar mozaiği, Doğu ile Batı arasındaki köprü, kültür ve uygarlıkların vatanı olarak tanımlanması için, 19. yüzyılın sonlarını beklemesi gerekti…

Hititler Anadolulu’ydu. Frigya, Lidya ve Karia Anadolulu. Anadolu’nun verimli topraklarında İonyalılardan, Urartulara, Lykialılara, Helenlere, Romalılara, Bizans, Selçuklu ve Osmanlılara onlarca uygarlığın fiziksel ve kültürel izi var. Bu bölümde Anadolu Ana Tanrıçasının gelişimini ve diğer ülkelere yayılışını inceleyeceğiz.

Resim 1 – Ana Tanrıça Kybele çeşmesi Madrid

Günümüzden 10 milyon yıl önce başlayan Paleolitik Çağ’da insanlar, toplayıcı ve avcıydı. Doğumun gizemi karşısında şaşıran insan, oturduğu mağaranın duvarlarına erkek ve kadın resmi yapmaya başladığında tanrı ve tanrıçalarını da yaratıyordu. Paleolitik çağ toplumu genel olarak erkek gücünün avcılıkta öne çıkmasından dolayı erkek egemen bir toplumdu. Mağaralara çizilen hayvan ve kadın figürleri avdaki bolluğu simgeliyordu. Mağaralara çizilen tombul vücutlu ve iri memeli bu çıplak bedenler zamanla kültlere dönüşecekti.

Resim 2 - Güney Fransa’da bulunan Laussel Venüsü. Sol eli ile karnını tutan tanrıça kompozisyonu Çatalhöyük ve Hacılar’da da bulunmuştur.

 MÖ 10000 yıl önce gerçekleşen bir sıçrama ile insan, önce Mezopotamya’da hayvanları evcilleştirdi ve toprağı işlemeye başladı. Avcılığa dayalı göçebeliği bırakarak, tarım ve hayvancılığa dayalı yerleşik bir düzene geçti. Böylece MÖ 8000’lerde Neolitik Çağ başlamış oluyordu. Mağaralardan çıkılıp tarım arazisindeki sazdan yapılma kulübelere geçilmişti. Bir süre sonra evlerin yanında Tanrılar için tapınaklar da oluşmaya başladı. Kuraklık riskiyle yaşayan Kalkolitik (Bakır dönemi MÖ 5000-3000) tarım toplumları zorunlu olarak ihtiyaçtan fazlasını üretip depolamak zorundaydı. Böylece nüfus hızla çoğalmaya başladı. Artı ürünün elde edilmesi için tarım işçisine; depolanması için binaya, korunması için askere, dağıtılması için de rahiplere ihtiyaç vardı. Tüm bunların toplamı ise organize bir iş bölümü yani devlet demekti.

Tarım ve hayvancılığa geçişle birlikte, insan için en önemli olgu, bereket olmuştur. Mutlu ve karnı tok bir yaşam, ancak bereketli bir doğada gerçekleşebilir. Çevresinde tekrarlanan döngüleri gözlemleyen insan, baharın yeşermesini doğumla ve soğuk kışı ölümle özdeşleştirmiştir.

Araştırmalar tarımın kadının icadı olduğunu kanıtlar niteliktedir. Bedenindeki doğum ve ölüm süreçlerini, bahar ve kış aylarının mevsimsel döngüsüne benzeten insan, doğa ve kendisi arasında bir paralellik kurmuştur. Periyodik olarak tekrarlanan doğa olaylarının arkasında yaratıcı bir güç aramıştır. Paleolitik dönemde daha önde olan erkeklerin, erkek tanrılarını simgeleyen, ereksiyon halindeki cinsel organı miti, Neolitik Çağ’la birlikte yerini yavaş yavaş doğurgan ana rahmine bırakır.

Son yıllarda insanlığın avcı toplayıcı döneminde yerleşim ve tarım kavramlarından çok uzak olduğu bir zamanda Göbeklitepe’de bulunan MÖ 9600 yılına ait en eski yapıda henüz ana tanrıça kültüne rastlanamadı. Yükseklikleri 3 ile 6 metre arasında değişen 20 adet T şeklindeki her biri 40-60 ton ağırlığındaki taşların oluşturduğu yuvarlak yapı muhtemelen bir tapınaktı. İlkel el aletlerinden başka bir aletin olmadığı bu dönemde sütunların nasıl taşındığı ve dikildiği arkeologlar tarafından henüz çözülemedi. Görsel betimler çoğunlukla Animalist (Hayvan kutsama) inanış ve eril figürlerden oluşmaktadır. Göbeklitepe’nin bulunuşuyla Neolitik çağ öncesinde Anadolu’da ve Yakındoğu’da Ana tanrıça inanışı yaygındı kabulü sorgulanır hale gelmiştir.

Resim 3 - Göbeklitepe MÖ 9600.

Son araştırmalar, Neolitik dönemin ilk bölümünde hala erkek cinselliğinin egemen olduğunu gösteriyor. Şanlıurfa kent merkezinde Balıklı Göl’ün hemen yanında bulunan ve Göbeklitepe kültürünün bir parçası sayılan 11 bin yıllık bir eser dünyanın en eski heykeli olarak kabul edilmektedir. Kireçtaşından yontulan bu heykel, kendine özgü üslubuyla benzersizdir. Bereketi simgelediği düşünülen heykelde erkek cinselliği ön plana çıkarılmaktadır.

Resim 4 - 11 bin yıl önce yapıldığı tespit edilen erkek cinselliğinin önde olduğu heykel

Çanak-çömlekli Neolitik Çağ’la birlikte bereket sembolü, erkek cinselliğinden kadın cinselliğine geçer. Kadının doğurganlığı ile doğanın baharda yeşermesi hep aynı yaratıcı gücün eseridir. Öyleyse doğayı kontrol eden ve yeşerten güç bir ‘Ana’ olmalıdır.

Resim 5 - Şanlıurfa ilinin Hilvan ilçesine bağlı Güluşağı mahallesinin hemen kuzeybatısında bulunan Nevali Çori höyüğünden çıkarılmış bir kap üzerindeki doğum sevinci kabartması.

Anaerkil toplumların yarattığı, üremeyi ve bereketi simgeleyen bu dişil güç, Anadolu’da oldukça eskilere dayanmaktadır. Şanlıurfa yakınlarındaki MÖ 7 bin tarihli Nevali Çori yerleşmesinde bulunan bir kap parçası üzerindeki figürde aralarında bir çocuk bulunan iki kişi ellerini yukarı kaldırarak, dans edercesine doğum olayını (bereketi) kutlamaktadırlar. Burada Hieros Gamos’un (Kutsal Evlilik) ilk örneklerinden birini buluruz. Neolitik Çağ bereket kültüne ait en muhteşem eserler ise Çatalhöyük’te bulunmuştur (Resim 6).

Resim 6 – Çatalhöyük Tanrıça idolü

 Ana Tanrıça Miti

Akdeniz havzası, Asya ve kuzey ülkelerinde, anaerkil aile geleneğinin analık, üreme, dişilik simgesi olarak Ana Tanrıça’nın Anadolu’daki geçmişi MÖ 7000-6500 yıllarına dayanıyor. Anadolu’da matriyarkal toplumun büyük ana tanrıçasının adı yerine göre değişiklik gösterir. Hiçbir mitolojide hiçbir tanrı, Ana Tanrıça kadar çeşitli adlarda anılmamıştır. Bu ad ve sıfat çokluğu Ana Tanrıçanın kaynağı Anadolu'da olmak üzere uluslarüstü bir nitelik kazandığını kanıtlamaya yeter.

Ülke

Ana Tanrıça – Aşk ve Bereket Tanrıçası

Mısır

İsis

Sümer

İnanna

Akkad

İshtar

Babil

İshtar

Assur

İshtar

Luvi

Kuwawa

Hatti

Wurusema

Hurri

Hepat

Hitit

Wurusema / Hepat 

Arinna’nın güneş tanrıçası

Geç Hitit

Kubaba

Frig

Agdistis

Matar – Kubile - Kubileya

Girit

Rhea

Lydia

Kybebe – Kybele - Kubebe

Lykia

Leto

Urartu

Huba - Arubani

Fenike - Kenan

Astarte - Anat

Ephesos

Artemis – Mater Turrita

Yunan

Meter – Afrodit – Demeter - Dindymene

Roma

Magna Meter - Diana -Venüs

Arabistan

Hübel - Kıble

Tek Tanrılı Dinler

Eve - Eva - Havva

Resim 7 – Toplumlarda Ana tanrıça isimleri

İlk insanlarda Tanrılar, insanların kişiselleştirilmiş istekleriydi. İnsanların başlıca istekleri ise, açlıktan ölmemek, toprağın verimli olması, bir de komşu kabileler tarafından öldürülmemekti. Bunun için de çok çocuk ve savaşçı yetiştirilmesi gerekiyordu. Belki de erkeğin doğuma katkısı henüz anlaşılamamıştı. Tarıma tam anlamıyla geçilmediği bu dönemde erkekler av peşinde koşarken mağaraya çoğu kez eli boş dönerdi. Kadın ise evin önündeki küçük bahçesiyle açlığın sigortasıydı. Kadın ve anne her şeyi üretendi. İşte bundan dolayı kadın ekonominin direğiydi ve Kybele Anadolu’da yeryüzü tanrıçasıydı. Doğa olaylarının nedeni tanrılar olarak düşünüldüğünden her şeyin bir tanrısı vardı ve ana tanrıça da Kybele idi.

Zamanla bereket olgusunu vurgulamak için Ana tanrıçayı gebe bırakacak bir sevgili bulmak gerekti. Bu sevgili Anadolu’da Attis ya da Athis oldu. Bu çiftin evlenmesi (hiero gamos) Boğazköy’deki Yazılıkaya da görülür. Bu birleşmeler ilkbahar da olurdu. Bu çiftleşme törenine ‘taklit ile sihir’ denirdi. Yapılmakta olanı görenler aynı şeyi yapmaya cesaretlendirilirdi. Bu davranışı krallar ve kraliçeler de ilkbahar da tekrarlardı. Başkentin dışında da bu iş hükümdarların temsilcileri tarafından tekrarlanırdı. Bu dinsel birliktelik, gerçek çiftleşmeye ne kadar benzerse o kadar etkili sayılırdı. Sırf bu yüzden Suriye ve Filistin tapınaklarında dinsel fuhuş ortaya çıktı. Orada da din adamları bu işi rahibeler ya da dini inancı kuvvetli kadınlar ile tekrarlıyordu.

Matriyarkel yani kadın egemen dönemde hükümdar olan kadın başka bir erkek ile evlenince, erkek kral olurdu. Bundan dolayı eski toplumlarda annesiyle evlenen oğullar, kız kardeşiyle evlenen erkek kardeşler çoktur.

Neolitik Dönemde Ana Tanrıça’nın Evi – Çatalhöyük ve Hacılar

Orta Anadolu’da Phrygia’lı Ana Tanrıça kültü örneklerine benzeyen buluntular veren Çatakhöyük ve Hacılar gibi iki Neolitik yerleşim yeri vardır. Konya’ya 40 km mesafede Çumra ilçesi yakınlarında kurulmuş Çatalhöyük, MÖ 6200 ile MÖ 5400 yılları arasında sürekli yerleşme görmüş büyük bir Neolitik höyüktür. MÖ 5400’de bilinmeyen bir neden ile terk edilmiştir. Buradaki duvar resimlerinde, tarımı idare etmeye yönelik kurumsal bir din anlayışı görürüz. 1950’lerde J. Mellart tarafından bulunan Çatalhöyük, ancak 1961’de kazılmaya başlandı ve kısa sürede Neolitik çiftçi yaşamının ve kültürünün muazzam bir örneği olduğu anlaşıldı. O zamana kadarki ezberler bozuldu. Karşılaşılan bu kültür, Mezopotamya ve Yakındoğu dışındaki ilk örnekti.

Resim 8 - Çatalhöyük’de bulunmuş oturan kadın heykeli, MÖ 6 Bin. Neolitik dönemde patriyarkel düzen yaygınlaşmadan önce yaygın olarak Ana Tanrıça’ya tapıldığını kanıtlayan heykel.

Buradaki duvar resimleri ve figürin denen kil ya da taştan yapılmış tanrı/tanrıça heykelcikleri, eşsiz bir sanatsal örnek olmasının yanında dinsel yaşamın da vazgeçilmez objeleridir. Bu figürinler, tek tip olmayıp farklı kimlikler sunan, yaşamın içinde belli görevleri simgeleyen kutsal eşyalardır. Pişmiş topraktan yapılmış olan ve iki aslanın koruduğu bir tahtta oturan çıplak tanrıça heykeli çok ünlüdür ve neredeyse Çatalhöyük’ün logosu olmuştur (Resim 8). Göğüsleri, kalçaları ve karnı abartılı şekilde iri olarak yapılmış tanrıça, anaerkil iktidarın tahtında, doğum ve bereketi yönetmektedir. Doğanın yaratıcı gizemini korumakta ve sürdürmektedir. Aynı zamanda yanında tasvir edilen ve elleriyle başlarından tuttuğu aslan (ya da leopar) gibi hayvanlar O’nun doğa üzerindeki egemenliğinin bir göstergesidir. Mellart, Çatalhöyük’teki kabartma ve heykelciklerin Ana Tanrıça kültünün öncüsü olduğunu söyler.

Burdur kentinin 26 km güneybatısında bulunan Neolitik yerleşim yeri Hacılar’da MÖ 7000 ile MÖ 5000 yılları arasında yerleşim vardı. Hacılar’daki konutlar avluların çevresine inşa edilmiş ayrı ayrı evlerden oluşuyordu. Buradaki kadın heykellerinin Çatalhöyük ile benzerliği iki noktada belirginleşir (Resim 9).

  • Kadınların leopar gibi yırtıcı hayvanlarla ilişkisi. İnsan üremesi ile yırtıcı hayvanlar arasında yakın bir ilişki olduğunu göstermektedir.
  • Anne rolündeki kadın heykelcikleri her iki buluntu yerinde de özellikle tahıl ambarlarının içerisine yerleştirilmiştir.

Resim 9 - Hacılar’dan oturan kadın heykelciği MÖ 6 bin.

 Tunç ve Erken Demir Çağı

Çatalhöyük ve Hacılar’da bulunan, kadın figürlerinin aslan, kaplan ve leopar gibi yabani hayvanlarla birlikte betimlendiği heykelcik ve resimler, Phrygia’lı Ana Tanrıça’nın habercisi gibi görünen bir dinsel eşya ve simge topluluğu oluşturur. MÖ altı binden birinci bin yıla kadar süren bu uzun zaman içerisinde bir ana tanrıçanın varlığına işaret eden pek az kanıt vardır. Tunç ve Erken Demir çağlarında Anadolu’da Ana diye seslenilen tek bir tanrıça yoktu. Yalnız Anadolu’nun eski kültürleri, Phrygia’lı tanrıçanın kimliğini ve betimleme biçimini etkilemişti. Orta ve Doğu Anadolu’da Phrygialılardan önce, Orta ve Geç Tunç çağlarda Hititleri ve Erken Demir Çağı’nda güneydoğudaki Geç Hititler ile Doğu Anadolu’daki Urartuları sayabiliriz. Phrygia’lıların Orta Anadolu’daki en yakın öncülleri olan Hitit’lerde Phrygia kült geleneklerinin bazı özelliklerini Hitit dininde bulmayı bekleyebiliriz. Hem tanrı hem tanrıçalarla dolu olan geniş Hitit panteonu, ikonografi ve yazılı metinler yoluyla Ana Tanrıça’nın tek tanrısal varlık olduğunun doğrulandığı Phrygia dünyasından çok farklıdır. Büyük tapınakların Phrygia yerleşmelerinde karşılığı yoktur. Buna karşın, Hitit dinsel simgelerinin bazı özellikleri Phrygia simgelerinde görülür.

Bu dinsel simgelerden en başta geleni kutsal dağdır. Hititlere göre, dağlar Hitit tanrılarını sırtlarında taşır ve tanrılarla ilişki kurma olanağı sağlardı. Bu durum Hitit başkenti Hattuşa’da (Boğazköy) açıkça görülmektedir. Hattuşa’daki asıl yerleşme vadide değil, yukarıdaki yamaçta kurulmuş ve dağlık kesimdeki yukarı kent, neredeyse tamamen dinsel amaçlara adanmıştı. Orada otuzdan fazla tapınak bulunmuştur. Orta ve Geç Tunç çağlarından kalan betimlerde, baş tanrı olan Hitit Hava Tanrısı’nın çoğunlukla bir dağın üzerinde durduğu görülür. Yazılıkaya’da bulunan kaya kabartmalarında Hava Tanrısını taşıyan iki dağ tanrısıdır. Dağların kutsal kabul edildiğini gösteren bu bilgi, Phrygialı Ana’nın dağ tanrıçası niteliğini ortaya koyma yolunda önemli bir öğe olabilir. Boğazköy’den çıkan bir damga mühür baskısında, yırtıcı bir kuş ve bir kap tutmuş olarak oturan bir tanrıça betimlenmiştir. Bunlar Phrygia’lı Ana Tanrıça’nın da atribüleridir.

Tanrıça kompozisyonlarının ayrılmaz parçası ise, onun kutsal hayvanı olan boğadır. Erkeğin kadını döllemesi gibi boğa da doğurgan toprağı süren eril gücü simgeleyerek bereketi getirir. Kadının doğurganlığı her ne kadar öne geçmiş gibi görünse de bu süreçte erkeğin rolü ihmal edilmemiş ve fallik sembollerle dile getirilmiştir. Çünkü cinsel birleşmeye girmeyen kadının doğurganlığının bir hükmü yoktur. Bu nedenledir ki Ana Tanrıçalar için hep bir sevgili, bir tanrı yaratılmıştır. Tıpkı Sümer’de olduğu gibi.

Sümerlerin Bereket Kültü İnanna

Sümerler, Mezopotamya’da MÖ 3200’lerde yazıyı kullanmaya başlamışlardı. Dini ritüellerini tabletlere kaydettiklerinden, haklarında kapsamlı bilgilere sahip olduğumuz ilk uygarlıktır. Sümer dinsel anlayışında da bereket kültü başta gelir.

Resim 10 - Sümer Tanrıları İnanna ve Dumuzi

Farklı toplumların üyelerini kardeşleştiren evliliğin en güzel örneklerden biri, İnanna ve Dumuzi’nin, Sümer’in bereket kültünü oluşturan kutsal evliliğidir (Resim 10). İnanna, Sümerlerin aşk, savaş ve bereket tanrıçasıydı. İnanna'nın kökeninin Hurri tanrıçası Hannahannah'a dayandığı da öne sürülmektedir. O, toplumun süsü, Sümer’in neşesiydi. Ay Tanrısı Nanna ile Gökyüzü Tanrısı Anu’nun kızıydı. Kentli, yerleşik toplumun temsilcisiydi. Akkad ve Babil’de ona İştar derlerdi. Batı Samilerde Astarte, Yunan’da Afrodit, Roma’da Venüs adlarını aldı. Ayrıca Lugal Banda, E-anna, Damgal-nuna, Gest-İnanna, Ninella, Nintur veya Ninhursag gibi adlara sahip olan tanrıça, güzelliğin, şuhluğun, çekiciliğin, şefkatin, hırsın, kavganın, önderliğin, kurnazlığın ve en önemlisi bereketin ve çoğalmanın sembolüydü. Adına yapılan tapınaklarda, onun yerine seks görevi yapmak için Sümer’in en saygın kadınları yarışırdı. Bu bildiğimiz anlamda bir fahişelik değil, bereket ve çoğalmayla ilgili dinsel bir olaydı.

Sümer tanrıçası İnanna’nın kardeşi olan Dumuzi bir kraldı ve efsanesine göre kimi zaman çoban tanrı kimi zaman da bitki tanrısı olmuştur ve mevsimlere göre ölüp dirilen tanrı motifinin bilinen ilk örneğidir. Yaşayan gerçek oğul, takip eden döl anlamındaki Dumuzi sözcüğü zamanla Adem’e doğru evrilecektir. Mezopotamya’da Sümer egemenliği yerini Semitik uluslara bırakınca İnanna-Dumuzi çiftininin yerine farklı uluslar için farklı adlar almıştır. İnanna, Marianna’ya (Meryem) dönüşünceye değin birçok değişik adla anılmıştır.

Mısır Bereket Tanrıçası İsis

İsis kültüne Mısır’da MÖ 3100 yıllarının öncesinden beri tapılmaktaydı. İsis aynı zamanda Roma kültüründe de önemli bir yer tutar. Romalılar için İsis Festivali, önemli bir savaşı kutlamak ve kışın başlangıcını temsil eder. Mısır’daki kutsal evlilik çifti İsis ve Osiris’tir (Resim 11). Tanrıça İsis, yaşamın ve bereketin simgesidir. İnsanlara tohum ekmeyi, toprağı işlemeyi, un ve ekmek yapmayı o öğretmiştir. Kardeşi Osiris, Nil nehri ile özdeştir ki bereket ve yaşam, toprağın suyla (Nil) kucaklaşması ile olanaklıdır.

Resim 11 - Mısır Tanrıçası İsis ve hem sevgilisi hem kardeşi Osiris

 İsis'le ilgili önemli noktalardan biri ise, oğlu Horus'la olan tasvirinin Meryem Ana ve bebek İsa tasviriyle çok benzer olmasıdır (Resim 12).

Resim 12 – Mısır ve Hıristiyanlıkta Ana ve çocuk betimlemesi

Apuleius, Altın Eşek adlı eserinde İsis’ten şöyle bahseder:

‘İnsanların ilki olan Phrygia’lılar bana Pessinus tanrılarının anası, kendi topraklarından çıkan Atinalılar Kekroplu Minerva, denizle çevrilmiş olan Kıbrıslılar Pamphilya Venüsü, yay taşıyan Giritliler Diktynialı Diana, üç dil konuşan Sicilyalılar korkunç Proserpine, Eleusisliler eski tanrıçaları Ceres (Demeter), bazıları Juno, başkaları Bellona, başkaları Hecate, Romnus ve doğuda yaşayan ve sabah güneşinin ışıklarıyla aydınlanan Etiyopyalılar ve her türlü eski öğretinin ustası olan ve bana doğru dürüst törenlerle tapınan Mısırlılar, beni doğru adımla, Kraliçe İsis diye adlandırırlar.’

Kız kardeşi İsis ile evlenen Osiris de doğayla birlikte ölüp dirilen tanrılar sınıfındandır. Kadim Mısır mitolojisinde tanrı Osiris erkek kardeşi tarafından öldürülüp bedeni parçalanır ve dört bir yana dağıtılır. Ancak tanrıça İsis kocasının bedeninin parçalarını bulup bir araya getirir. Ne yazık ki tek bir uzvunu, penisini bulamaz. Tahtadan bir penis yapar ve dirilen kocasından bir çocuk sahibi olur.

Mısır’ın kural koyucu ve koruyucu Tanrısı Osiris’in hikayesi

Yeryüzü Tanrısı Geb ve Gök Tanrıçası Nut'un Osiris, İsis, Set ve Nephthys adında dört çocuğu olmuştur. Efsaneye göre Osiris kardeşi İsis'e aşıktır. Yani İsis hem Osiris'in eşi hem kardeşidir. Osiris, kardeşi Set'in tam tersine iyilik tanrısıdır. Horus ise Osiris'in İsis'ten olma oğludur. Osiris başta erkeklerin dünyasının kural koyucusu oldu ve Ra gökyüzüne kural koymak için dünyayı terk ettiğinde, kardeşi Kötülük tanrısı Set’in, Osiris’i öldürdüğü efsane aşağıdaki gibidir:

Ra’nın firavun olduğu dönemde, bir gün İsis bir plan kurar. Bu plan eşi Osiris'i kral yapmaktır. Bir gece firavun Ra uyurken, İsis Ra'nın tükürüğünü alır ve tükürüğü kille karıştırır ve bir yılan yaratır. O gece yılan Ra'yı ısırır, ısırık Ra'yı mahveder, kimse onu iyileştiremez. İsis'de Ra'ya gizli adını söylerse onu iyileştirebileceğini söyler. Ra bunu kabul eder ve adını söyler, İsis Ra'yı iyileştirir ama onun üzerinde büyük bir güce sahip olur. Osiris'in kral olması için Ra'yı tahtı bırakıp göklere çekilmesi için zorlar, Ra ise bunu kabul etmek zorunda kalır. Ve taht Osiris'e kalır, artık Osiris Tanrıların, insanların ve her şeyin kralıdır.

Osiris'in erkek kardeşi Set Osiris'in kral olmasına çok içerler. Çünkü Set, Ra'nın en vefakâr yardımcısıdır ve Ra yok iken ağabeyinin kral olmasına kendisinin olamamasına sinirlenir, tahta geçmeyi kafasına koyar. Savaşarak kazanamazdı. Ordu kurmak istese tüm halk Osiris'in yönetimini çok beğeniyordu ve ona karşı birleşmezlerdi. Zekice bir plan kurması gerekliydi ve bunu yaptı. Bu plana göre Set, Osiris’in ölçülerine göre bir uyuma tabutu hazırlar ve sandığı en değerli taşlarla süsletir, sadece Osiris'in sığabilmesi için büyüler. Set, bundan sonra kendisine yardım eden yetmiş iki kişiyle birlikte planını uygulamaya koyulur. Set büyük bir yemek verir ve Osiris’i de çağırır. Osiris hiçbir şeyden şüphelenmeyerek yemeğe gider. Yemeğin sonunda Set tabutu çıkarır ve sığacak olan kişiye hediye edeceğini söyler, her Tanrı denemeye koyulur. Şekil değiştirseler bile sığamazlar. En sona Osiris kalır İsis'in uyarılarına rağmen gene de dener. Osiris tabuta yatar yatmaz Set kapağı kapatır üzerine erimiş kurşun döker. Tanrılar engellemeye çalışsa da Set onları durdurur ve tabutu Nil Nehrine atar. Tabutun karaya çıktığı yerde ise süratle büyüyen bir ağaç sandığı gövdesinin içine almıştır.

İsis, Osiris'in olduğu tabutu bulduktan sonra onu vatanına götürür ve büyüsüyle hayata döndürmek üzereyken Set, İsis'e ve çocuk Horus'a saldırır. Set Osiris’in bedenini 14 parçaya ayırır ve bu parçaları Mısır toprakları üzerine dağıtır. İsis ve Set'in eşi Nephthys bütün Mısır’ı dolaşarak Osiris’in bedeninin parçalarını toplar ve parçaları her bulduğu yere bir tapınak diker. Bu yüzden Mısır’ın birçok yerinde, içinde Osiris’in cesedinin bulunduğu söylenen birçok tapınak vardır. Osiris'in parçalarını topladıktan sonra Nephthys'in oğlu Anubis mumya bezleriyle Osiris'i sarar ve Osiris hayata döner. Efsanenin sonunda ise Osiris’in oğlu Horus, Set'i yener. Yeniden canlanan Osiris artık bu dünyada yaşamak istemez ve hükmetmek için ölüler ülkesine gitmeyi tercih eder. Burada yine Anubis ile birlikte olacaktır. Anubis ölüleri yargılanması için Osiris’e getirecektir. Osiris bundan sonra ölüler ülkesinin yargıcı ve koruyucusu olmuştur.

Luvi, Hatti ve Hurrilerde Ana Tanrıça

MÖ 5200-3200 yılları arasına tarihlenen Kalkolitik Çağ ile birlikte ekonomi merkezileşmiş ve buna bağlı olarak yerleşik toplu yaşam ile birlikte devlet de doğmuştur. Anadolu’da Hitit öncesi halklardan olan Luviler (MÖ 2300-1400 yılları arasında Batı Anadolu’da), Hattiler (MÖ 2500-1700 Güney Anadolu’da) ve Hurriler (MÖ 1500-1250 arasında güney Anadolu'da yaşamış bir halk) kültürlerinde de ana tanrıça tapımı oldukça önemli bir yer tutmaktaydı. Bu toplulukların tanrı/tanrıça çiftleri sonradan bin tanrılı halk olarak anılacak Hititlerce de sahiplenilmiştir.

Hititçe’de  ‘Işık İnsanı’ anlamındaki Luviler, MÖ 2300’lerde ortaya çıkmış Anadolu’nun en eski ve bilinmez halklarındandır. Kullandıkları hiyeroglif yazı Hitit’ler tarafından da kullanılacaktır. 1946 yılında H.Th. Bossert ve Halet Çambel tarafından keşfedilen Karatepe’de bulunan bir yazıt, Luvice’nin çözülmesine olanak sağlamıştır. Böylece Yunanca olduğu sanılan Anadolu’ya ait birçok tanrı, yer, nehir, dağ adının Luvi kökenli olduğu anlaşılmıştır. Örneğin Yunanca’da anlamı olmayan Apollon adı Luvice su anlamında apa sözcüğünden türemiştir. Orjinali Luvice, ap(a)-ull(a)-wana’dır. Bu tanrı, Etrüsklere  Aplu, Apulu, ya da Aplum biçiminde geçecektir.

Luvi dilinin ve lehçelerinin çözülmesi kültürel gelişimin Sümer, Sami veya Yunan yarımadasından Anadolu’ya değil tam tersi şekilde Anadolu’dan daha güneye ve batıya doğru yayıldığını kanıtlar. O dönemde Yunan yarımadası Avrupa gibi karanlık çağları yaşıyordu. Örneğin Anadolulu “Palasuit” halkının, Troya’nın müttefiklerinden biri olarak şehrin düşmesinden sonra batıdan gelen istiladan kaçarak Doğu Akdeniz tarafına göç ettiği ve buraya yerleşip ‘Palastine’ kentini kurdukları söylenir.

Hattili Telepinu ile ilgili bir efsaneye göre;

Tarım ve bereket tanrısı olan Hattili Telepinu (Hurri karşılığı Šarruma) bir gün kızar ve ortadan kaybolarak uyuyakalır. Bunun sonucu kıtlık başlar. Koyun kuzusunu, inek buzağını bırakır. Sular ve ağaçlar kurur. Bebekler doğmaz olur. Sonunda bu manzaraya dayanamayan Fırtına Tanrısı, bir arıyı görevlendirerek Telepinu’yu bulmasını emreder. Arı, tanrıyı bulup sokarak uyandırır ve geri getirir. Sadece tanrı gelmez bereket de onunla gelir.

Anatanrıça inancını beraberlerinde götürmeleri sonucu Hurri ve Palasuit halkının ‘Kupapa/Kybele’si Kepat-Hepat olur. Hattilerin fırtına tanrısı olan Taru ve eşi güneş tanrıçası Wuruşema tanrıların başıdır. Bu çiftin karşılığı Hurrilerde Tešup ve Hepat’tır. Hepat olasılıkla Kupaba-Kepat-Hepat şeklinde bir değişime uğramıştır. Ve zaman ilerledikçe sözcük onu sahiplenen halkların uyarlamasıyla “Hepat-Hepa-Hebe-Heve-Eve (Havva)” olarak karşımıza çıkmıştır.

Hititlerde Ana Tanrıça Kubaba

Kybele’nin Anadolu’daki varlığı ‘Kubaba’ adıyla Hititler (MÖ 2000-1900 yıllarında ortaya çıkmış halk) ve Hurrianlarla (MÖ 3000 yıllarından itibaren bilinen halk) başlamış. Tartışmalı olsa da, ’Kybele’ adının ‘Kubaba’dan dönüştüğü kabul ediliyor. Anadolu’da ilk imparatorluğu kurmuş olan Hititlerde, bereket kültü birçok mite konu olmuştur ve döllenme olgusu bu öykülere yansımıştır:

Gökyüzünün sahibi Alalu’nun oğlu Anu’dur. O’nun da Kumarbi adında bir oğlu vardır. Kumarbi büyüyünce gök krallığını ele geçirmek için babasına karşı ayaklanır ve savaşa tutuşur. Bu sırada babasının cinsel organını ısırarak yere tükürür ve böylece toprak hamile kalır. Fırtına tanrısı Tešup, Aranzah (Dicle nehri) ve Taşmişu bu birleşme sonucu doğar.

Hitit pantheonunda bulunan Kara Tanrıça adlı bir tanrıçanın Kybele ile ilişkili olduğu ve sonraları Romalılar tarafından alınarak Roma’ya götürülecek olan Pessinus’taki ana tanrıçanın karataşının da bu kültün bir devamı olduğu yolunda görüşler vardır.

Resim 13 - Manisa Sipylus dağında Hitit Kabala(Kybele) rölyefi

Manisa Akpınar Spil dağındaki Akpınar'ın hemen üzerindeki kayalık yamaçta yer alan 9 metre yüksekliğinde, oldukça aşınmış durumdaki Ana Tanrıça (MAGNA MATER) kabartmasının MÖ 1500 yıllarında yapıldığını söylemek olasıdır (Resim 13). MÖ 1500 ile 1200 yılları arasında Hitit İmparatorluğu'nun siyasi ve askeri baskısı altında olduğunu bildiğimiz Assuwa ve daha sonraları Seha nehri ülkesi sınırları içinde yer alan bu bölge Karabel Anıtının da gösterdiği gibi kültürel alanda da Hitit etkisi altındaydı. Ana Tanrıça figürünün yanında Luvi hiyeroglifleri de vardır.

Hititlerde, Dumuzi-Tammuz’un karşılığı olacak bir genç-oğul-tanrı net olarak öne çıkmasa da Tešup-Hepat'ın oğlu olan Tarım ve Bereket Tanrısı Šarruma belki bir model oluşturabilir. Hitit devletinin yıkılmasını takiben, Anadolu’da kurulan Geç-Hitit devletleri, Hitit kültürünü devam ettirmekle birlikte ana tanrıça kültünün de devamlılığını sağlamışlardır. Bu dönemde tanrıça, Kubaba adıyla anılır. Kubaba’nın kökeninin Mezopotamya’da ortaya çıkan Gılgamış Destanı’ndaki Humbaba’ya dayandığını ileri süren tezler de vardır. Hitit tabletlerinde ku-pa-pa-aš, ku-ba-ba, ku-pa-pa gib adlarla anılan tanrıça zamanla İyonya’da Kybebe, Phrygia ve Lidya’da Kybele şeklinde devam etmiştir.

Akad-Asur-Babil’de Bereket Tanrıçaları

Akkad (MÖ 2334-2150), Asur (MÖ 2025–1750), Babil(MÖ 1894-539) mitolojisinde İnanna, İştar olur (Resim 14). Dumuzi de Baal ya da Tammuz. İştar, Astarte, Anunit ve Atarsamain olarak da anılır. Bereket, aşk-seks ve savaş tanrıçası olan İştar, Venüs gezegenini simgeler. Hint-Avrupa dillerinde yıldız anlamına gelen ‘star’, ‘stern’ gibi sözcükler İştar sözcüğünden türemiştir ve onu ifade eden beş köşeli yıldız (pentegram) Tammuz’un güneş çemberinin içinde satanizmin de sembolü olmuştur. Dikili tahta kazık, Meşe ağacı ve kırmızı gül İştar'ın diğer simgeleridir.

Resim 14 - Akad Tanrıçası İştar

İştar’ın oğlu ve sevgilisi, kocası olan Baal-Tammuz, fırtına tanrısı olarak yağmur getirdiği için aynı zamanda bereketi tanrısıdır da. Doğa ve bitkilerle özdeş olan İştar, Tammuz’un yağmurlarıyla canlanıp ürün verdiğinde tanrıça ve tanrının çiftleştiği kabul edilirdi ve mart ayında kutlanırdı. Bu kutlamalarda yemek yenip şarap içilir, sonra da Baal ve İştar tapınaklarındaki kutsal kadın ve erkek fahişelerle seks yapılırdı. Bundan amaç Baal ve İştar'ı cinsel birleşmeye teşvik etmekti.

Fenike ve Filistin’ de Bereket Tanrıçası Astarte-Anat

Semitik İştar, Suriye’de, Fenike’de (MÖ 1000) karşımıza Astarte, Filistin’de Anat adlarıyla çıkar. Astarte tıpkı diğer tanrıçalar gibi bereket, verimlilik ve cinsellikle bezelidir (Resim 15). Onun da tapınaklarda kutsal evliliği canlandıran fahişeleri vardır. Anat ise aynı zamanda savaşçı bir bakire tanrıçadır ve Athena’ya ilham vermiştir. Astarte ise Afrodit’e evrilmiştir.

Resim 15 - Fenike Tanrıçası Astarte

Astarte’nin kardeşi-sevgilisi Adonis’tir. Aslında Efendi anlamındaki Adonis, Tammuz’un bir başka çağrılış şeklidir. Adonis, bitkiler dünyasının tanrısıdır ve çok yakışıklıdır. Doğanın ölüp yeniden canlanışını simgeler. Adonis, Anadolu’da Attis olacaktır.

Geç Hitit Dönemi

Dinsel ikonografi ve kült anıtları açısından Phrygia’lılarla en yakın özellikleri paylaşan Anadolu halkı Geç Hitit’lerdir. Bunlar MÖ 1000 yılı başlarında Güneydoğu Anadolu’daki Hitit Krallığı’nın ardılı olan devletlerdir. MÖ 900-700 arası erken Phrygia malzemesiyle aşağı yukarı çağdaş olmakla birlikte, Geç Hitit devletleri daha erken bir evrede daha üstün bir düzeye erişmişlerdir. Geç Hitit panteonu içerisinde önemli bir tanrıça, Kubaba özel ilgi odağı olmuştur (Resim 16). Kubaba, Tunç Çağı Anadolu’sunda ikinci derece bir tanrı olmasına karşın MÖ 1000 yılın başında Geç Hitit toplumunda önem kazanmış ve bir çok Geç Hitit kentinde ona tapılmıştır. Onun Helenleştirilmiş adı Kybebe olduğu uzun bir süre önce kabul edilmiştir. Çoğu kimse, Phrygia’lı Ana Tanrıça’nın Yunanca adları ile Kybebe ve Kybele’nin, Geç Hitit Kubaba’sının ardılı olduğuna inanmıştır. 

Resim 16 - Kargamış’dan Hitit Tanrıçası Kubaba kabartması MÖ 9. yüzyıl. Ankara Anadolu Medeniyetler Müzesi

Kubaba kültü, MÖ 2000 yılın ortalarında Anadolu dininde zaten yerleşik durumdaydı. Geç Tunç Çağı kaynaklarında, Kubaba Güneydoğu Anadolu’daki yurdunda, özellkikle de Kargamış’ta ikinci derecede bir tanrıçaymış gibi görünür. Kubaba kültü sadece Geç Hitit merkezleriyle sınırlı değildi. Kilikia’da Kastabala’da bulunan ve MÖ 5 ya da 4. yüzyıla ait olan Aramca bir metinde Kubaba adı görülmektedir. Herodotos’un tanıklığına göre, Batı Anadolu’daki Sardes’te Kubaba’ya tapınılıyordu.

Phrygia’lı Ana Tanrıça’nın görsel imgeleriyle Kubaba’nınkiler arasında birçok paralellikler vardır. Buradan Phrygia’lıların Geç Hitit örneklerinden etkilendiği düşünülebilir. Kubaba sözcüğü sadece tanrıçanın adıdır. Bu adın özel bir anlamı varsa da bilinmemektedir. Bu ad, Geç Hitit yazısında sürekli ‘tanrı’ hiyegrolifi ile yazılmış, ardından ‘kuş’ hiyegrolifiyle ‘Ku’ hecesi ve ‘baba’ hece simgeleri gelmiştir. Phrygia tanrıçasının adıysa tamamen değişiktir. O Matar yani Ana dır. Kubileya, Matar’a eklenmiş br sıfattır. Bu sıfat günümüze ulaşan Eski Phrygia yazıtlarında yalnızca iki kez görülür. Bizanslı sözlük yazarları bunu Phrygia dilinde dağ anlamındaki sözcük olarak açıklarlar. Tanrıça’nın Yunanca adı olan Kybele, kuşkusuz Phrygia dilindeki bu sıfattan gelmektedir. Ama Phrygia metinleri tanrıçanın Phrygia’daki adının Kybele olmadığını açıklığa kavuşturmuştur. Bu durumda Phrygia tanrıçasının adının Geç Hitit Kubaba’sı adıyla hiçbir ilişkisi yoktur.

Phrygia tanrıçasının dış görünüşü birçok bakımdan Kubaba’ya benzer. Tipik bir Phrygia betiminde, Phrygia tanrıçası genellikle ayakta ve cepheden gösterilmiş olup, o da belden kemerli uzun bir elbise giymektedir ve onun da yüksek başlığından çıkıp sırtına ve bedeninin yan taraflarına dökülen bir örtüsü vardır. Kubaba ile Phrygialı Ana Tanrıça’nın taktığı başlıklar da çok benzer. Geç Hitit tanrıçası hep bir ayna tutar. Bu onun dişilik ve güzellik simgesidir. Sık görülen bir diğer atribüsü de nardır. Kişiye özel bir simge sayılmamakta ve dinsel olarak neyi belirttiği bilinmemektedir. Bunun aksine Phrygialı tanrıçanın farklı bir atribü grubu vardır ve bunların başlıcası alıcı kuştur (atmaca ya da şahin).

Bir başka av simgesi olan aslan, Yunan Kybele’sinin tipik bir atribüsüdür. Bu nedenle çoğunlukla Phrygia ve Geç Hitit tanrıçaları arasında bir bağlantı noktası olarak anılır. Kargamış ve Malatya’da bulunan kabartmalarda Kubaba bir aslanla birlikte görülür. Ancak aslan Phrygia dinsel ikonografisinde, esasen Barı Anadolu’daki anıtlarda görülen, nispeten ender bir simgedir.  Güzellik ve dişilik simgesi ayna da Phrygia tanrıçasının ikonografisinde bulunmaz. Bu durumda kostümlerdeki benzerliğin aksine, Phrygia tanrıçasıyla Geç Hitit Kubaba’sının atribüleri arasında benzerlik pek azdır hatta yoktur.

İki tanrıça arasındaki farklılıkla ilgili önemli bir nokta, tanrıça kabartmalarının sergilendiği yerdir. Kubaba kabartmalarının neredeyse tamamı saray heykeltraşlığına ait olup tanrıçayı kentlerin koruyucusu olarak tanıtırlar. Phrygia kült kabartmaları ise farklı ortamlar içinde sergilenmişlerdir. Phrygia‘daki kabartmaların hepsinde, tanrıça kentlerin uzağında dağlarda sanki bir kapı eşiğinde durur gibi betimlenmiştir. İki tanrıçanın adları yalnızca Yunanca’da benzer ses verir. Anadolu dillerindeyse bunların birbirleriyle ilgisi yoktur. Phrygia kabartmalarının biçimleri Geç Hitit yontu tarzından kuvvetle etkilenmiştir. Ama atribülerle ilgili özel ayrıntılar ve kabartmaların yerleştiriliş biçimi, iki tanrıçanın karakterlerinin bir hayli farklı olduğunu düşündürüyor.

İki tanrıça arasında başka farklar da vardır. Geç Hitit tanrıçasının, kimi zaman birlikte betimlendiği bir eşi vardı. Phrygia tanrıçası ise tam tersine her zaman yalnız görülür. Bazen yanında erkekler bulunmakla birlikte hiçbir zaman eşit konumdaki bir tanrıyla birlikte gösterilmez. Gerçekten de Phrygia Ana Tanrıça betimleri tanrıçanın dişi yönünü ender olarak vurgulamaktadır. Kubaba, birkaç tanrıçalı bir panteonun tanrıçalarından biridir ve bazı Geç Hitit kabartmalarında bu tanrıçaları onun yanında görebiliriz. Oysa Phrygia Kybele Ana, sanatta betimlenmiş olan ve tarafımızdan bilinen tek Phrygia’lı tanrıçadır.

Bu faktörler göz önüne alındığında iki tanrıçanın Erken Demir Çağı’nda iki farklı tanrıça olduğunu düşündürüyor. İkisinin yontusal biçimleri arasındaki benzerlikler, Orta Anadolu’ya geçen Phrygia’lıların kendi tanrıçalarını betimlemeye yarayacak yerli bir yontu geleneğine sahip olmadığına, bu nedenle güneydoğudaki komşuları olan Geç Hitit krallıklarının kabartmalarını taklit ettiklerine yorulabilinir.

Urartu Krallığı

Phrygia dinsel anıtları ile dinsel uygulamaları üzerinde güçlü bir etkisi görülen bir başka unsur, yayılım alanları Van Gölü civarındaki bölgeyi merkez alan ve Doğu Anadolu, Kuzey Irak, Kuzeybatı İran’ı da içeren bir Demir Çağı halkı olan Urartu’ların anıtlarında bulunur. Urartu’lar MÖ yaklaşık 850-700 arasındaki dönemde başkentleri Tuşpa’dan (Van şehri) Doğu Anadolu’ya hükmettiler. Hem tanrı hem de tanrıçalardan oluşan geniş bir panteona tapıyorlardı ve bu tanrıçaların hiçbiri Ana Tanrıça değildi. Bununla birlikte Urartu kült anıtlarından bazılarıyla Phrygia anıtları arasında, ikonografik seçimlerde ve anıtların yerleştirilişinde görülen çarpıcı benzerlikler vardır. Benzer noktalardan biri, her iki halkın da dağ tanrılarına seslenme merakıdır. Urartu’lar da Anadolu’nun dağlık bölgesinde yaşamışlar ve görünüşe göre yurtlarının dağlarına dinsel bir anlam yüklemişlerdir (Resim 17).

Resim 17 – Yaşilalıç’taki Urartu kült kabartması ve nişi. MÖ 8. yüzyıl.

Urartu ile Phrygia Kralı Midas arasında yapılan bir anlaşma sayesinde, Erken Demir Çağı’nda Urartu ile Phrygia’nın resmi ilişki içinde olduğunun saptanması, Phrygialıların Urartu kült adetlerini bilebileceklerini göstermektedir. Sonuç olarak Anadolu kültürlerinin Phrygia’lılar üzerinde açıkça görülen etkiler bıraktıkları görülebiliniyor.

Resim 18 – Urartu baş tanrısı Haldi

Urartu’larda baş tanrı Haldi, savaş ve bereket tanrısıydı (Resim 18). Bu durum Urartu toplumu için savaş ve tarımın ne kadar önemli olduğunu gösterir. Uratu’larda kadın tanrıçalar vardı ama hiçbiri önde değildi. Bu anlamda Phrygia’ları etkilediği söylenemez.

Anadolu’da Kavimler arası ilişkileri

Özellikle Anadolu’da olmak üzere, Helenistik Dünyada, MÖ 13-11. yüzyıllar arasına rastlayan kuzeyden ya da kuzeydeki denizden gelen Deniz Halklarının büyük göçü sonrasındaki toplum devinimlerine bir göz atarsak, Kybele’nin ana direklerinden birini oluşturduğu inanç sistemleri kaynaşmasının nedenlerini daha rahat görebiliriz. İlk kez Homeros’un Odysseia’sında adlarına rastlanan, Kuzey Karadeniz halkı Kimmerler MÖ 714’de Doğu Anadolu’daki Urartu’lara saldırıp onları dize getirdikten sonra Phrygia’ya istikametine dönüp onların son kralı Midas’ı MÖ 676’da hezimete uğratırlar. Zaten perişan durumda olan Urartuların sonunu İskitler getirirler. Bu olayla birlikte Tunç Çağlar´ın bittiği ve Anadolu´nun doğusu hariç tümünde Demir Çağlar´ın başladığı kabul edilir.

Orta Anadolu’daki kargaşa dönemine, Lydia’lılar son verdi.  MÖ 14. yüzyıldan beri Mykenai kültürünün geleneklerini zayıflayarak olsa da taşıyan Lydia, Asurluların yardımı ile Anadolu’ya bir düzen getirmiş, egemenliğini doğu ve batı yönünde Ege kıyılarına kadar genişletmiştir. Lydia’lar Kybele kültüne sahip çıkıp yaygınlaşmasını sağlamıştır.

Ancak Lydia’lılar sonradan Perslerin yükselen gücü karşısında çökmeye başlarlar. O arada Bithynia’lılar Trakya’dan Dardanel’i geçerek Çanakkale sahillerine yerleşirler. Kökenleri bilinmeyen Mysia’lılar ve Kharia’lılar daha iç kısımlara ve güneye inerler. Lykia’lılar, Pamphylia’lılar, Kilikia’lılar Güneybatı ve Güneye yerleşirler; yerli halklar üzerinde egemenlik kurarlar. Helenler, bu bölgesel egemenliklerin birçoğunu Troya savaşından çıkan kahramanların kurduklarını iddia etmişlerdir. Troya Savaşını izleyen asırlar içinde de Eolyalılar (Aeolia) ve Ionyalılar, Lesbos (Midilli), Samos (Sisam), Khios (Sakız), Miletos, Ephesos ve Smyrna (İzmir) üzerinde koloniler kurdular. İşte bu karmaşa arasında, Mısırdaki “Isis’in”, Suriye’deki ‘Atargatis’in, Perslerde Mithra’nın karşılığı olan Kybele’nin kültü de oradan oraya, kılık, işlev, isim değişikliğine uğrayarak savruldu.

Kybele, Gaia, Rea, Demeter gibi Yunanlı, Maia, Ops, Céres gibi Romalı tanrıçalarla bir tutuldu. Dini, yalın ritüelleri ile Trakya ve Yunanistan’ın daha çok geri kalmış iç bölgelerine yayıldı. MÖ 5. yüzyıldan itibaren çoğalan tapınaklarına “Metrôon - Ana’nın Tapınağı” dendi. Yunanlıların Girit’ten alınma ana tanrıçası Rhea ile eş tutuldu.

 

 

Popular posts from this blog

İTHAF

8. KYBELE’YE NE OLDU?

1.KADININ İLKEL TOPLUMLARDAKİ YERİ