3.ANA TANRIÇA KYBELE
Gidin hep beraber,
izleyin Phrygia’ya da ki
Kybele’nin evini,
korularını tanrıçanın.
Ziller çalar orada,
davullar yankılanır.
Romalı Şair Catullus
Yeryüzünün Herakles sütunlarına
kadar bilindiği kadim zamanda, dünya topraklarının tam ortasında Anadolu vardı.
Homeros, bir Anadolu destanı olan İlyada’sında ‘Asya’ dedi buraya. Sonraları,
büyük kıtadan ayırt etmek için ‘Küçük Asya’ anlamında ‘Asya Minör’ diye
tanımlandı. Bizans’ta, başkent Konstantinopolis’e göre güneşin doğduğu yer
olduğundan, Grekçe ‘şafak’ anlamında ‘Anatole’, ‘Anatolia’ diye de anıldı.
Uygarlığın beşiği, uygarlıklar mozaiği, Doğu ile Batı arasındaki köprü, kültür
ve uygarlıkların vatanı olarak tanımlanması için, 19. yüzyılın sonlarını
beklemesi gerekti…
Hititler Anadolulu’ydu. Frigya,
Lidya ve Karia Anadolulu. Anadolu’nun verimli topraklarında İonyalılardan,
Urartulara, Lykialılara, Helenlere, Romalılara, Bizans, Selçuklu ve Osmanlılara
onlarca uygarlığın fiziksel ve kültürel izi var. Bu bölümde Anadolu Ana
Tanrıçasının gelişimini ve diğer ülkelere yayılışını inceleyeceğiz.
Resim 1 – Ana Tanrıça Kybele çeşmesi Madrid
Günümüzden 10 milyon yıl önce
başlayan Paleolitik Çağ’da insanlar, toplayıcı ve avcıydı. Doğumun gizemi
karşısında şaşıran insan, oturduğu mağaranın duvarlarına erkek ve kadın resmi
yapmaya başladığında tanrı ve tanrıçalarını da yaratıyordu. Paleolitik çağ
toplumu genel olarak erkek gücünün avcılıkta öne çıkmasından dolayı erkek
egemen bir toplumdu. Mağaralara çizilen hayvan ve kadın figürleri avdaki
bolluğu simgeliyordu. Mağaralara çizilen tombul vücutlu ve iri memeli bu çıplak
bedenler zamanla kültlere dönüşecekti.
Resim 2 - Güney Fransa’da bulunan Laussel Venüsü. Sol eli ile karnını tutan tanrıça kompozisyonu Çatalhöyük ve Hacılar’da da bulunmuştur.
Tarım ve hayvancılığa geçişle
birlikte, insan için en önemli olgu, bereket olmuştur. Mutlu ve karnı tok bir
yaşam, ancak bereketli bir doğada gerçekleşebilir. Çevresinde tekrarlanan
döngüleri gözlemleyen insan, baharın yeşermesini doğumla ve soğuk kışı ölümle
özdeşleştirmiştir.
Araştırmalar tarımın kadının
icadı olduğunu kanıtlar niteliktedir. Bedenindeki doğum ve ölüm süreçlerini,
bahar ve kış aylarının mevsimsel döngüsüne benzeten insan, doğa ve kendisi
arasında bir paralellik kurmuştur. Periyodik olarak tekrarlanan doğa olaylarının
arkasında yaratıcı bir güç aramıştır. Paleolitik dönemde daha önde olan
erkeklerin, erkek tanrılarını simgeleyen, ereksiyon halindeki cinsel organı
miti, Neolitik Çağ’la birlikte yerini yavaş yavaş doğurgan ana rahmine bırakır.
Son yıllarda insanlığın avcı
toplayıcı döneminde yerleşim ve tarım kavramlarından çok uzak olduğu bir
zamanda Göbeklitepe’de bulunan MÖ 9600 yılına ait en eski yapıda henüz ana
tanrıça kültüne rastlanamadı. Yükseklikleri 3 ile 6 metre arasında değişen 20
adet T şeklindeki her biri 40-60 ton ağırlığındaki taşların oluşturduğu
yuvarlak yapı muhtemelen bir tapınaktı. İlkel el aletlerinden başka bir aletin
olmadığı bu dönemde sütunların nasıl taşındığı ve dikildiği arkeologlar
tarafından henüz çözülemedi. Görsel betimler çoğunlukla Animalist (Hayvan
kutsama) inanış ve eril figürlerden oluşmaktadır. Göbeklitepe’nin bulunuşuyla
Neolitik çağ öncesinde Anadolu’da ve Yakındoğu’da Ana tanrıça inanışı yaygındı
kabulü sorgulanır hale gelmiştir.
Resim 3 - Göbeklitepe MÖ 9600.
Son araştırmalar, Neolitik
dönemin ilk bölümünde hala erkek cinselliğinin egemen olduğunu gösteriyor.
Şanlıurfa kent merkezinde Balıklı Göl’ün hemen yanında bulunan ve Göbeklitepe
kültürünün bir parçası sayılan 11 bin yıllık bir eser dünyanın en eski heykeli olarak
kabul edilmektedir. Kireçtaşından yontulan bu heykel, kendine özgü üslubuyla
benzersizdir. Bereketi simgelediği düşünülen heykelde erkek cinselliği ön plana
çıkarılmaktadır.
Resim 4 - 11 bin yıl önce yapıldığı tespit edilen erkek cinselliğinin önde olduğu heykel
Çanak-çömlekli Neolitik Çağ’la
birlikte bereket sembolü, erkek cinselliğinden kadın cinselliğine geçer.
Kadının doğurganlığı ile doğanın baharda yeşermesi hep aynı yaratıcı gücün
eseridir. Öyleyse doğayı kontrol eden ve yeşerten güç bir ‘Ana’ olmalıdır.
Resim 5 - Şanlıurfa ilinin Hilvan ilçesine bağlı Güluşağı mahallesinin hemen kuzeybatısında bulunan Nevali Çori höyüğünden çıkarılmış bir kap üzerindeki doğum sevinci kabartması.
Resim 6 – Çatalhöyük Tanrıça idolü
Akdeniz havzası, Asya ve kuzey ülkelerinde, anaerkil aile geleneğinin analık, üreme, dişilik simgesi olarak Ana Tanrıça’nın Anadolu’daki geçmişi MÖ 7000-6500 yıllarına dayanıyor. Anadolu’da matriyarkal toplumun büyük ana tanrıçasının adı yerine göre değişiklik gösterir. Hiçbir mitolojide hiçbir tanrı, Ana Tanrıça kadar çeşitli adlarda anılmamıştır. Bu ad ve sıfat çokluğu Ana Tanrıçanın kaynağı Anadolu'da olmak üzere uluslarüstü bir nitelik kazandığını kanıtlamaya yeter.
Ülke |
Ana Tanrıça – Aşk ve Bereket Tanrıçası |
Mısır |
İsis |
Sümer |
İnanna |
Akkad |
İshtar |
Babil |
İshtar |
Assur |
İshtar |
Luvi |
Kuwawa |
Hatti |
Wurusema |
Hurri |
Hepat |
Hitit |
Wurusema / Hepat Arinna’nın güneş tanrıçası |
Geç Hitit |
Kubaba |
Frig |
Agdistis Matar – Kubile - Kubileya |
Girit |
Rhea |
Lydia |
Kybebe – Kybele - Kubebe |
Lykia |
Leto |
Urartu |
Huba - Arubani |
Fenike - Kenan |
Astarte - Anat |
Ephesos |
Artemis – Mater Turrita |
Yunan |
Meter – Afrodit – Demeter - Dindymene |
Roma |
Magna Meter - Diana -Venüs |
Arabistan |
Hübel - Kıble |
Tek Tanrılı Dinler |
Eve - Eva - Havva |
Resim 7 – Toplumlarda
Ana tanrıça isimleri
İlk insanlarda Tanrılar,
insanların kişiselleştirilmiş istekleriydi. İnsanların başlıca istekleri ise,
açlıktan ölmemek, toprağın verimli olması, bir de komşu kabileler tarafından
öldürülmemekti. Bunun için de çok çocuk ve savaşçı yetiştirilmesi gerekiyordu.
Belki de erkeğin doğuma katkısı henüz anlaşılamamıştı. Tarıma tam anlamıyla
geçilmediği bu dönemde erkekler av peşinde koşarken mağaraya çoğu kez eli boş
dönerdi. Kadın ise evin önündeki küçük bahçesiyle açlığın sigortasıydı. Kadın
ve anne her şeyi üretendi. İşte bundan dolayı kadın ekonominin direğiydi ve
Kybele Anadolu’da yeryüzü tanrıçasıydı. Doğa olaylarının nedeni tanrılar olarak
düşünüldüğünden her şeyin bir tanrısı vardı ve ana tanrıça da Kybele idi.
Zamanla bereket olgusunu
vurgulamak için Ana tanrıçayı gebe bırakacak bir sevgili bulmak gerekti. Bu
sevgili Anadolu’da Attis ya da Athis oldu. Bu çiftin evlenmesi (hiero gamos)
Boğazköy’deki Yazılıkaya da görülür. Bu birleşmeler ilkbahar da olurdu. Bu
çiftleşme törenine ‘taklit ile sihir’ denirdi. Yapılmakta olanı görenler aynı
şeyi yapmaya cesaretlendirilirdi. Bu davranışı krallar ve kraliçeler de
ilkbahar da tekrarlardı. Başkentin dışında da bu iş hükümdarların temsilcileri
tarafından tekrarlanırdı. Bu dinsel birliktelik, gerçek çiftleşmeye ne kadar
benzerse o kadar etkili sayılırdı. Sırf bu yüzden Suriye ve Filistin
tapınaklarında dinsel fuhuş ortaya çıktı. Orada da din adamları bu işi
rahibeler ya da dini inancı kuvvetli kadınlar ile tekrarlıyordu.
Matriyarkel yani kadın egemen dönemde hükümdar olan kadın
başka bir erkek ile evlenince, erkek kral olurdu. Bundan dolayı eski
toplumlarda annesiyle evlenen oğullar, kız kardeşiyle evlenen erkek kardeşler
çoktur.
Neolitik Dönemde Ana Tanrıça’nın Evi – Çatalhöyük ve
Hacılar
Orta Anadolu’da Phrygia’lı Ana Tanrıça kültü örneklerine benzeyen buluntular veren Çatakhöyük ve Hacılar gibi iki Neolitik yerleşim yeri vardır. Konya’ya 40 km mesafede Çumra ilçesi yakınlarında kurulmuş Çatalhöyük, MÖ 6200 ile MÖ 5400 yılları arasında sürekli yerleşme görmüş büyük bir Neolitik höyüktür. MÖ 5400’de bilinmeyen bir neden ile terk edilmiştir. Buradaki duvar resimlerinde, tarımı idare etmeye yönelik kurumsal bir din anlayışı görürüz. 1950’lerde J. Mellart tarafından bulunan Çatalhöyük, ancak 1961’de kazılmaya başlandı ve kısa sürede Neolitik çiftçi yaşamının ve kültürünün muazzam bir örneği olduğu anlaşıldı. O zamana kadarki ezberler bozuldu. Karşılaşılan bu kültür, Mezopotamya ve Yakındoğu dışındaki ilk örnekti.
Resim 8 - Çatalhöyük’de bulunmuş oturan kadın heykeli, MÖ 6 Bin. Neolitik dönemde patriyarkel düzen yaygınlaşmadan önce yaygın olarak Ana Tanrıça’ya tapıldığını kanıtlayan heykel.
Buradaki duvar resimleri ve
figürin denen kil ya da taştan yapılmış tanrı/tanrıça heykelcikleri, eşsiz bir
sanatsal örnek olmasının yanında dinsel yaşamın da vazgeçilmez objeleridir. Bu
figürinler, tek tip olmayıp farklı kimlikler sunan, yaşamın içinde belli
görevleri simgeleyen kutsal eşyalardır. Pişmiş topraktan yapılmış olan ve iki
aslanın koruduğu bir tahtta oturan çıplak tanrıça heykeli çok ünlüdür ve
neredeyse Çatalhöyük’ün logosu olmuştur (Resim 8). Göğüsleri, kalçaları ve
karnı abartılı şekilde iri olarak yapılmış tanrıça, anaerkil iktidarın
tahtında, doğum ve bereketi yönetmektedir. Doğanın yaratıcı gizemini korumakta
ve sürdürmektedir. Aynı zamanda yanında tasvir edilen ve elleriyle başlarından
tuttuğu aslan (ya da leopar) gibi hayvanlar O’nun doğa üzerindeki egemenliğinin
bir göstergesidir. Mellart, Çatalhöyük’teki kabartma ve heykelciklerin Ana
Tanrıça kültünün öncüsü olduğunu söyler.
Burdur kentinin 26 km
güneybatısında bulunan Neolitik yerleşim yeri Hacılar’da MÖ 7000 ile MÖ 5000
yılları arasında yerleşim vardı. Hacılar’daki konutlar avluların çevresine inşa
edilmiş ayrı ayrı evlerden oluşuyordu. Buradaki kadın heykellerinin Çatalhöyük
ile benzerliği iki noktada belirginleşir (Resim 9).
- Kadınların leopar gibi yırtıcı hayvanlarla ilişkisi. İnsan üremesi ile yırtıcı hayvanlar arasında yakın bir ilişki olduğunu göstermektedir.
- Anne rolündeki kadın heykelcikleri her iki buluntu yerinde de özellikle tahıl ambarlarının içerisine yerleştirilmiştir.
Resim 9 - Hacılar’dan oturan kadın heykelciği MÖ 6 bin.
Çatalhöyük ve Hacılar’da bulunan,
kadın figürlerinin aslan, kaplan ve leopar gibi yabani hayvanlarla birlikte
betimlendiği heykelcik ve resimler, Phrygia’lı Ana Tanrıça’nın habercisi gibi
görünen bir dinsel eşya ve simge topluluğu oluşturur. MÖ altı binden birinci
bin yıla kadar süren bu uzun zaman içerisinde bir ana tanrıçanın varlığına
işaret eden pek az kanıt vardır. Tunç ve Erken Demir çağlarında Anadolu’da Ana
diye seslenilen tek bir tanrıça yoktu. Yalnız Anadolu’nun eski kültürleri,
Phrygia’lı tanrıçanın kimliğini ve betimleme biçimini etkilemişti. Orta ve Doğu
Anadolu’da Phrygialılardan önce, Orta ve Geç Tunç çağlarda Hititleri ve Erken
Demir Çağı’nda güneydoğudaki Geç Hititler ile Doğu Anadolu’daki Urartuları
sayabiliriz. Phrygia’lıların Orta Anadolu’daki en yakın öncülleri olan
Hitit’lerde Phrygia kült geleneklerinin bazı özelliklerini Hitit dininde
bulmayı bekleyebiliriz. Hem tanrı hem tanrıçalarla dolu olan geniş Hitit
panteonu, ikonografi ve yazılı metinler yoluyla Ana Tanrıça’nın tek tanrısal
varlık olduğunun doğrulandığı Phrygia dünyasından çok farklıdır. Büyük
tapınakların Phrygia yerleşmelerinde karşılığı yoktur. Buna karşın, Hitit
dinsel simgelerinin bazı özellikleri Phrygia simgelerinde görülür.
Bu dinsel simgelerden en başta
geleni kutsal dağdır. Hititlere göre, dağlar Hitit tanrılarını sırtlarında
taşır ve tanrılarla ilişki kurma olanağı sağlardı. Bu durum Hitit başkenti
Hattuşa’da (Boğazköy) açıkça görülmektedir. Hattuşa’daki asıl yerleşme vadide
değil, yukarıdaki yamaçta kurulmuş ve dağlık kesimdeki yukarı kent, neredeyse
tamamen dinsel amaçlara adanmıştı. Orada otuzdan fazla tapınak bulunmuştur.
Orta ve Geç Tunç çağlarından kalan betimlerde, baş tanrı olan Hitit Hava
Tanrısı’nın çoğunlukla bir dağın üzerinde durduğu görülür. Yazılıkaya’da
bulunan kaya kabartmalarında Hava Tanrısını taşıyan iki dağ tanrısıdır.
Dağların kutsal kabul edildiğini gösteren bu bilgi, Phrygialı Ana’nın dağ
tanrıçası niteliğini ortaya koyma yolunda önemli bir öğe olabilir. Boğazköy’den
çıkan bir damga mühür baskısında, yırtıcı bir kuş ve bir kap tutmuş olarak
oturan bir tanrıça betimlenmiştir. Bunlar Phrygia’lı Ana Tanrıça’nın da
atribüleridir.
Tanrıça kompozisyonlarının
ayrılmaz parçası ise, onun kutsal hayvanı olan boğadır. Erkeğin kadını
döllemesi gibi boğa da doğurgan toprağı süren eril gücü simgeleyerek bereketi
getirir. Kadının doğurganlığı her ne kadar öne geçmiş gibi görünse de bu süreçte
erkeğin rolü ihmal edilmemiş ve fallik sembollerle dile getirilmiştir. Çünkü
cinsel birleşmeye girmeyen kadının doğurganlığının bir hükmü yoktur. Bu
nedenledir ki Ana Tanrıçalar için hep bir sevgili, bir tanrı yaratılmıştır.
Tıpkı Sümer’de olduğu gibi.
Sümerlerin Bereket Kültü İnanna
Sümerler, Mezopotamya’da MÖ 3200’lerde yazıyı kullanmaya başlamışlardı. Dini ritüellerini tabletlere kaydettiklerinden, haklarında kapsamlı bilgilere sahip olduğumuz ilk uygarlıktır. Sümer dinsel anlayışında da bereket kültü başta gelir.
Resim 10 - Sümer Tanrıları İnanna ve Dumuzi
Farklı toplumların üyelerini kardeşleştiren evliliğin en güzel örneklerden biri, İnanna ve Dumuzi’nin, Sümer’in bereket kültünü oluşturan kutsal evliliğidir (Resim 10). İnanna, Sümerlerin aşk, savaş ve bereket tanrıçasıydı. İnanna'nın kökeninin Hurri tanrıçası Hannahannah'a dayandığı da öne sürülmektedir. O, toplumun süsü, Sümer’in neşesiydi. Ay Tanrısı Nanna ile Gökyüzü Tanrısı Anu’nun kızıydı. Kentli, yerleşik toplumun temsilcisiydi. Akkad ve Babil’de ona İştar derlerdi. Batı Samilerde Astarte, Yunan’da Afrodit, Roma’da Venüs adlarını aldı. Ayrıca Lugal Banda, E-anna, Damgal-nuna, Gest-İnanna, Ninella, Nintur veya Ninhursag gibi adlara sahip olan tanrıça, güzelliğin, şuhluğun, çekiciliğin, şefkatin, hırsın, kavganın, önderliğin, kurnazlığın ve en önemlisi bereketin ve çoğalmanın sembolüydü. Adına yapılan tapınaklarda, onun yerine seks görevi yapmak için Sümer’in en saygın kadınları yarışırdı. Bu bildiğimiz anlamda bir fahişelik değil, bereket ve çoğalmayla ilgili dinsel bir olaydı.
Mısır Bereket Tanrıçası İsis
İsis kültüne Mısır’da MÖ 3100
yıllarının öncesinden beri tapılmaktaydı. İsis aynı zamanda Roma kültüründe de
önemli bir yer tutar. Romalılar için İsis Festivali, önemli bir savaşı kutlamak
ve kışın başlangıcını temsil eder. Mısır’daki kutsal evlilik çifti İsis ve
Osiris’tir (Resim 11). Tanrıça İsis, yaşamın ve bereketin simgesidir. İnsanlara
tohum ekmeyi, toprağı işlemeyi, un ve ekmek yapmayı o öğretmiştir. Kardeşi
Osiris, Nil nehri ile özdeştir ki bereket ve yaşam, toprağın suyla (Nil)
kucaklaşması ile olanaklıdır.
Resim 11 - Mısır Tanrıçası İsis ve hem sevgilisi hem kardeşi Osiris
Resim 12 – Mısır ve Hıristiyanlıkta Ana ve çocuk betimlemesi
Apuleius, Altın Eşek adlı
eserinde İsis’ten şöyle bahseder:
‘İnsanların
ilki olan Phrygia’lılar bana Pessinus tanrılarının anası, kendi topraklarından
çıkan Atinalılar Kekroplu Minerva, denizle çevrilmiş olan Kıbrıslılar Pamphilya
Venüsü, yay taşıyan Giritliler Diktynialı Diana, üç dil konuşan Sicilyalılar
korkunç Proserpine, Eleusisliler eski tanrıçaları Ceres (Demeter), bazıları
Juno, başkaları Bellona, başkaları Hecate, Romnus ve doğuda yaşayan ve sabah
güneşinin ışıklarıyla aydınlanan Etiyopyalılar ve her türlü eski öğretinin
ustası olan ve bana doğru dürüst törenlerle tapınan Mısırlılar, beni doğru
adımla, Kraliçe İsis diye adlandırırlar.’
Kız kardeşi İsis ile evlenen
Osiris de doğayla birlikte ölüp dirilen tanrılar sınıfındandır. Kadim Mısır
mitolojisinde tanrı Osiris erkek kardeşi tarafından öldürülüp bedeni parçalanır
ve dört bir yana dağıtılır. Ancak tanrıça İsis kocasının bedeninin parçalarını
bulup bir araya getirir. Ne yazık ki tek bir uzvunu, penisini bulamaz. Tahtadan
bir penis yapar ve dirilen kocasından bir çocuk sahibi olur.
Mısır’ın kural koyucu ve
koruyucu Tanrısı Osiris’in hikayesi
Yeryüzü Tanrısı Geb ve Gök Tanrıçası Nut'un Osiris, İsis, Set ve Nephthys adında dört çocuğu olmuştur. Efsaneye göre Osiris kardeşi İsis'e aşıktır. Yani İsis hem Osiris'in eşi hem kardeşidir. Osiris, kardeşi Set'in tam tersine iyilik tanrısıdır. Horus ise Osiris'in İsis'ten olma oğludur. Osiris başta erkeklerin dünyasının kural koyucusu oldu ve Ra gökyüzüne kural koymak için dünyayı terk ettiğinde, kardeşi Kötülük tanrısı Set’in, Osiris’i öldürdüğü efsane aşağıdaki gibidir:
Ra’nın
firavun olduğu dönemde, bir gün İsis bir plan kurar. Bu plan eşi Osiris'i kral
yapmaktır. Bir gece firavun Ra uyurken, İsis Ra'nın tükürüğünü alır ve tükürüğü
kille karıştırır ve bir yılan yaratır. O gece yılan Ra'yı ısırır, ısırık Ra'yı
mahveder, kimse onu iyileştiremez. İsis'de Ra'ya gizli adını söylerse onu
iyileştirebileceğini söyler. Ra bunu kabul eder ve adını söyler, İsis Ra'yı
iyileştirir ama onun üzerinde büyük bir güce sahip olur. Osiris'in kral olması
için Ra'yı tahtı bırakıp göklere çekilmesi için zorlar, Ra ise bunu kabul etmek
zorunda kalır. Ve taht Osiris'e kalır, artık Osiris Tanrıların, insanların ve
her şeyin kralıdır.
Osiris'in
erkek kardeşi Set Osiris'in kral olmasına çok içerler. Çünkü Set, Ra'nın en
vefakâr yardımcısıdır ve Ra yok iken ağabeyinin kral olmasına kendisinin
olamamasına sinirlenir, tahta geçmeyi kafasına koyar. Savaşarak kazanamazdı.
Ordu kurmak istese tüm halk Osiris'in yönetimini çok beğeniyordu ve ona karşı
birleşmezlerdi. Zekice bir plan kurması gerekliydi ve bunu yaptı. Bu plana göre
Set, Osiris’in ölçülerine göre bir uyuma tabutu hazırlar ve sandığı en değerli
taşlarla süsletir, sadece Osiris'in sığabilmesi için büyüler. Set, bundan sonra
kendisine yardım eden yetmiş iki kişiyle birlikte planını uygulamaya koyulur.
Set büyük bir yemek verir ve Osiris’i de çağırır. Osiris hiçbir şeyden
şüphelenmeyerek yemeğe gider. Yemeğin sonunda Set tabutu çıkarır ve sığacak
olan kişiye hediye edeceğini söyler, her Tanrı denemeye koyulur. Şekil
değiştirseler bile sığamazlar. En sona Osiris kalır İsis'in uyarılarına rağmen
gene de dener. Osiris tabuta yatar yatmaz Set kapağı kapatır üzerine erimiş
kurşun döker. Tanrılar engellemeye çalışsa da Set onları durdurur ve tabutu Nil
Nehrine atar. Tabutun karaya çıktığı yerde ise süratle büyüyen bir ağaç sandığı
gövdesinin içine almıştır.
İsis, Osiris'in olduğu tabutu bulduktan sonra onu vatanına götürür ve büyüsüyle hayata döndürmek üzereyken Set, İsis'e ve çocuk Horus'a saldırır. Set Osiris’in bedenini 14 parçaya ayırır ve bu parçaları Mısır toprakları üzerine dağıtır. İsis ve Set'in eşi Nephthys bütün Mısır’ı dolaşarak Osiris’in bedeninin parçalarını toplar ve parçaları her bulduğu yere bir tapınak diker. Bu yüzden Mısır’ın birçok yerinde, içinde Osiris’in cesedinin bulunduğu söylenen birçok tapınak vardır. Osiris'in parçalarını topladıktan sonra Nephthys'in oğlu Anubis mumya bezleriyle Osiris'i sarar ve Osiris hayata döner. Efsanenin sonunda ise Osiris’in oğlu Horus, Set'i yener. Yeniden canlanan Osiris artık bu dünyada yaşamak istemez ve hükmetmek için ölüler ülkesine gitmeyi tercih eder. Burada yine Anubis ile birlikte olacaktır. Anubis ölüleri yargılanması için Osiris’e getirecektir. Osiris bundan sonra ölüler ülkesinin yargıcı ve koruyucusu olmuştur.
Luvi, Hatti ve Hurrilerde Ana Tanrıça
MÖ 5200-3200 yılları arasına
tarihlenen Kalkolitik Çağ ile birlikte ekonomi merkezileşmiş ve buna bağlı
olarak yerleşik toplu yaşam ile birlikte devlet de doğmuştur. Anadolu’da Hitit
öncesi halklardan olan Luviler (MÖ 2300-1400 yılları arasında Batı Anadolu’da),
Hattiler (MÖ 2500-1700 Güney Anadolu’da) ve Hurriler (MÖ 1500-1250 arasında
güney Anadolu'da yaşamış bir halk) kültürlerinde de ana tanrıça tapımı oldukça
önemli bir yer tutmaktaydı. Bu toplulukların tanrı/tanrıça çiftleri sonradan
bin tanrılı halk olarak anılacak Hititlerce de sahiplenilmiştir.
Hititçe’de ‘Işık İnsanı’ anlamındaki Luviler, MÖ
2300’lerde ortaya çıkmış Anadolu’nun en eski ve bilinmez halklarındandır.
Kullandıkları hiyeroglif yazı Hitit’ler tarafından da kullanılacaktır. 1946
yılında H.Th. Bossert ve Halet Çambel tarafından keşfedilen Karatepe’de bulunan
bir yazıt, Luvice’nin çözülmesine olanak sağlamıştır. Böylece Yunanca olduğu
sanılan Anadolu’ya ait birçok tanrı, yer, nehir, dağ adının Luvi kökenli olduğu
anlaşılmıştır. Örneğin Yunanca’da anlamı olmayan Apollon adı Luvice su anlamında
apa sözcüğünden türemiştir. Orjinali Luvice, ap(a)-ull(a)-wana’dır. Bu tanrı,
Etrüsklere Aplu, Apulu, ya da Aplum
biçiminde geçecektir.
Luvi dilinin ve lehçelerinin
çözülmesi kültürel gelişimin Sümer, Sami veya Yunan yarımadasından Anadolu’ya
değil tam tersi şekilde Anadolu’dan daha güneye ve batıya doğru yayıldığını
kanıtlar. O dönemde Yunan yarımadası Avrupa gibi karanlık çağları yaşıyordu.
Örneğin Anadolulu “Palasuit” halkının, Troya’nın müttefiklerinden biri olarak
şehrin düşmesinden sonra batıdan gelen istiladan kaçarak Doğu Akdeniz tarafına
göç ettiği ve buraya yerleşip ‘Palastine’ kentini kurdukları söylenir.
Hattili Telepinu ile ilgili bir
efsaneye göre;
Tarım ve
bereket tanrısı olan Hattili Telepinu (Hurri karşılığı Šarruma) bir gün kızar
ve ortadan kaybolarak uyuyakalır. Bunun sonucu kıtlık başlar. Koyun kuzusunu,
inek buzağını bırakır. Sular ve ağaçlar kurur. Bebekler doğmaz olur. Sonunda bu
manzaraya dayanamayan Fırtına Tanrısı, bir arıyı görevlendirerek Telepinu’yu
bulmasını emreder. Arı, tanrıyı bulup sokarak uyandırır ve geri getirir. Sadece
tanrı gelmez bereket de onunla gelir.
Anatanrıça inancını
beraberlerinde götürmeleri sonucu Hurri ve Palasuit halkının ‘Kupapa/Kybele’si Kepat-Hepat
olur. Hattilerin fırtına tanrısı olan Taru ve eşi güneş tanrıçası Wuruşema
tanrıların başıdır. Bu çiftin karşılığı Hurrilerde Tešup ve Hepat’tır. Hepat
olasılıkla Kupaba-Kepat-Hepat şeklinde bir değişime uğramıştır. Ve zaman
ilerledikçe sözcük onu sahiplenen halkların uyarlamasıyla
“Hepat-Hepa-Hebe-Heve-Eve (Havva)” olarak karşımıza çıkmıştır.
Hititlerde Ana Tanrıça Kubaba
Kybele’nin Anadolu’daki varlığı
‘Kubaba’ adıyla Hititler (MÖ 2000-1900 yıllarında ortaya çıkmış halk) ve
Hurrianlarla (MÖ 3000 yıllarından itibaren bilinen halk) başlamış. Tartışmalı
olsa da, ’Kybele’ adının ‘Kubaba’dan dönüştüğü kabul ediliyor. Anadolu’da ilk
imparatorluğu kurmuş olan Hititlerde, bereket kültü birçok mite konu olmuştur
ve döllenme olgusu bu öykülere yansımıştır:
Gökyüzünün
sahibi Alalu’nun oğlu Anu’dur. O’nun da Kumarbi adında bir oğlu vardır. Kumarbi
büyüyünce gök krallığını ele geçirmek için babasına karşı ayaklanır ve savaşa
tutuşur. Bu sırada babasının cinsel organını ısırarak yere tükürür ve böylece
toprak hamile kalır. Fırtına tanrısı Tešup, Aranzah (Dicle nehri) ve Taşmişu bu
birleşme sonucu doğar.
Hitit pantheonunda bulunan Kara Tanrıça adlı bir tanrıçanın Kybele ile ilişkili olduğu ve sonraları Romalılar tarafından alınarak Roma’ya götürülecek olan Pessinus’taki ana tanrıçanın karataşının da bu kültün bir devamı olduğu yolunda görüşler vardır.
Resim 13 - Manisa Sipylus dağında Hitit Kabala(Kybele) rölyefi
Manisa Akpınar Spil dağındaki
Akpınar'ın hemen üzerindeki kayalık yamaçta yer alan 9 metre yüksekliğinde,
oldukça aşınmış durumdaki Ana Tanrıça (MAGNA MATER) kabartmasının MÖ 1500
yıllarında yapıldığını söylemek olasıdır (Resim 13). MÖ 1500 ile 1200 yılları
arasında Hitit İmparatorluğu'nun siyasi ve askeri baskısı altında olduğunu
bildiğimiz Assuwa ve daha sonraları Seha nehri ülkesi sınırları içinde yer alan
bu bölge Karabel Anıtının da gösterdiği gibi kültürel alanda da Hitit etkisi
altındaydı. Ana Tanrıça figürünün yanında Luvi hiyeroglifleri de vardır.
Hititlerde, Dumuzi-Tammuz’un karşılığı olacak bir genç-oğul-tanrı net olarak öne çıkmasa da Tešup-Hepat'ın oğlu olan Tarım ve Bereket Tanrısı Šarruma belki bir model oluşturabilir. Hitit devletinin yıkılmasını takiben, Anadolu’da kurulan Geç-Hitit devletleri, Hitit kültürünü devam ettirmekle birlikte ana tanrıça kültünün de devamlılığını sağlamışlardır. Bu dönemde tanrıça, Kubaba adıyla anılır. Kubaba’nın kökeninin Mezopotamya’da ortaya çıkan Gılgamış Destanı’ndaki Humbaba’ya dayandığını ileri süren tezler de vardır. Hitit tabletlerinde ku-pa-pa-aš, ku-ba-ba, ku-pa-pa gib adlarla anılan tanrıça zamanla İyonya’da Kybebe, Phrygia ve Lidya’da Kybele şeklinde devam etmiştir.
Akad-Asur-Babil’de Bereket Tanrıçaları
Akkad (MÖ 2334-2150), Asur (MÖ 2025–1750), Babil(MÖ 1894-539) mitolojisinde İnanna, İştar olur (Resim 14). Dumuzi de Baal ya da Tammuz. İştar, Astarte, Anunit ve Atarsamain olarak da anılır. Bereket, aşk-seks ve savaş tanrıçası olan İştar, Venüs gezegenini simgeler. Hint-Avrupa dillerinde yıldız anlamına gelen ‘star’, ‘stern’ gibi sözcükler İştar sözcüğünden türemiştir ve onu ifade eden beş köşeli yıldız (pentegram) Tammuz’un güneş çemberinin içinde satanizmin de sembolü olmuştur. Dikili tahta kazık, Meşe ağacı ve kırmızı gül İştar'ın diğer simgeleridir.
Resim 14 - Akad Tanrıçası İştar
İştar’ın oğlu ve sevgilisi, kocası olan Baal-Tammuz, fırtına tanrısı olarak yağmur getirdiği için aynı zamanda bereketi tanrısıdır da. Doğa ve bitkilerle özdeş olan İştar, Tammuz’un yağmurlarıyla canlanıp ürün verdiğinde tanrıça ve tanrının çiftleştiği kabul edilirdi ve mart ayında kutlanırdı. Bu kutlamalarda yemek yenip şarap içilir, sonra da Baal ve İştar tapınaklarındaki kutsal kadın ve erkek fahişelerle seks yapılırdı. Bundan amaç Baal ve İştar'ı cinsel birleşmeye teşvik etmekti.
Fenike ve Filistin’ de Bereket Tanrıçası Astarte-Anat
Semitik İştar, Suriye’de, Fenike’de (MÖ 1000) karşımıza Astarte, Filistin’de Anat adlarıyla çıkar. Astarte tıpkı diğer tanrıçalar gibi bereket, verimlilik ve cinsellikle bezelidir (Resim 15). Onun da tapınaklarda kutsal evliliği canlandıran fahişeleri vardır. Anat ise aynı zamanda savaşçı bir bakire tanrıçadır ve Athena’ya ilham vermiştir. Astarte ise Afrodit’e evrilmiştir.
Resim 15 - Fenike Tanrıçası Astarte
Astarte’nin kardeşi-sevgilisi
Adonis’tir. Aslında Efendi anlamındaki Adonis, Tammuz’un bir başka çağrılış
şeklidir. Adonis, bitkiler dünyasının tanrısıdır ve çok yakışıklıdır. Doğanın
ölüp yeniden canlanışını simgeler. Adonis, Anadolu’da Attis olacaktır.
Geç Hitit Dönemi
Dinsel ikonografi ve kült
anıtları açısından Phrygia’lılarla en yakın özellikleri paylaşan Anadolu halkı
Geç Hitit’lerdir. Bunlar MÖ 1000 yılı başlarında Güneydoğu Anadolu’daki Hitit
Krallığı’nın ardılı olan devletlerdir. MÖ 900-700 arası erken Phrygia
malzemesiyle aşağı yukarı çağdaş olmakla birlikte, Geç Hitit devletleri daha
erken bir evrede daha üstün bir düzeye erişmişlerdir. Geç Hitit panteonu
içerisinde önemli bir tanrıça, Kubaba özel ilgi odağı olmuştur (Resim 16).
Kubaba, Tunç Çağı Anadolu’sunda ikinci derece bir tanrı olmasına karşın MÖ 1000
yılın başında Geç Hitit toplumunda önem kazanmış ve bir çok Geç Hitit kentinde
ona tapılmıştır. Onun Helenleştirilmiş adı Kybebe olduğu uzun bir süre önce
kabul edilmiştir. Çoğu kimse, Phrygia’lı Ana Tanrıça’nın Yunanca adları ile
Kybebe ve Kybele’nin, Geç Hitit Kubaba’sının ardılı olduğuna inanmıştır.
Resim 16 - Kargamış’dan Hitit Tanrıçası Kubaba kabartması MÖ 9. yüzyıl. Ankara Anadolu Medeniyetler Müzesi
Kubaba kültü, MÖ 2000 yılın ortalarında Anadolu dininde zaten yerleşik durumdaydı. Geç Tunç Çağı kaynaklarında, Kubaba Güneydoğu Anadolu’daki yurdunda, özellkikle de Kargamış’ta ikinci derecede bir tanrıçaymış gibi görünür. Kubaba kültü sadece Geç Hitit merkezleriyle sınırlı değildi. Kilikia’da Kastabala’da bulunan ve MÖ 5 ya da 4. yüzyıla ait olan Aramca bir metinde Kubaba adı görülmektedir. Herodotos’un tanıklığına göre, Batı Anadolu’daki Sardes’te Kubaba’ya tapınılıyordu.
Phrygia’lı Ana Tanrıça’nın görsel
imgeleriyle Kubaba’nınkiler arasında birçok paralellikler vardır. Buradan
Phrygia’lıların Geç Hitit örneklerinden etkilendiği düşünülebilir. Kubaba
sözcüğü sadece tanrıçanın adıdır. Bu adın özel bir anlamı varsa da bilinmemektedir.
Bu ad, Geç Hitit yazısında sürekli ‘tanrı’ hiyegrolifi ile yazılmış, ardından
‘kuş’ hiyegrolifiyle ‘Ku’ hecesi ve ‘baba’ hece simgeleri gelmiştir. Phrygia
tanrıçasının adıysa tamamen değişiktir. O Matar yani Ana dır. Kubileya, Matar’a
eklenmiş br sıfattır. Bu sıfat günümüze ulaşan Eski Phrygia yazıtlarında
yalnızca iki kez görülür. Bizanslı sözlük yazarları bunu Phrygia dilinde dağ
anlamındaki sözcük olarak açıklarlar. Tanrıça’nın Yunanca adı olan Kybele,
kuşkusuz Phrygia dilindeki bu sıfattan gelmektedir. Ama Phrygia metinleri
tanrıçanın Phrygia’daki adının Kybele olmadığını açıklığa kavuşturmuştur. Bu
durumda Phrygia tanrıçasının adının Geç Hitit Kubaba’sı adıyla hiçbir ilişkisi
yoktur.
Phrygia tanrıçasının dış görünüşü
birçok bakımdan Kubaba’ya benzer. Tipik bir Phrygia betiminde, Phrygia
tanrıçası genellikle ayakta ve cepheden gösterilmiş olup, o da belden kemerli
uzun bir elbise giymektedir ve onun da yüksek başlığından çıkıp sırtına ve
bedeninin yan taraflarına dökülen bir örtüsü vardır. Kubaba ile Phrygialı Ana
Tanrıça’nın taktığı başlıklar da çok benzer. Geç Hitit tanrıçası hep bir ayna
tutar. Bu onun dişilik ve güzellik simgesidir. Sık görülen bir diğer atribüsü
de nardır. Kişiye özel bir simge sayılmamakta ve dinsel olarak neyi belirttiği bilinmemektedir.
Bunun aksine Phrygialı tanrıçanın farklı bir atribü grubu vardır ve bunların
başlıcası alıcı kuştur (atmaca ya da şahin).
Bir başka av simgesi olan aslan,
Yunan Kybele’sinin tipik bir atribüsüdür. Bu nedenle çoğunlukla Phrygia ve Geç
Hitit tanrıçaları arasında bir bağlantı noktası olarak anılır. Kargamış ve
Malatya’da bulunan kabartmalarda Kubaba bir aslanla birlikte görülür. Ancak
aslan Phrygia dinsel ikonografisinde, esasen Barı Anadolu’daki anıtlarda
görülen, nispeten ender bir simgedir.
Güzellik ve dişilik simgesi ayna da Phrygia tanrıçasının ikonografisinde
bulunmaz. Bu durumda kostümlerdeki benzerliğin aksine, Phrygia tanrıçasıyla Geç
Hitit Kubaba’sının atribüleri arasında benzerlik pek azdır hatta yoktur.
İki tanrıça arasındaki
farklılıkla ilgili önemli bir nokta, tanrıça kabartmalarının sergilendiği
yerdir. Kubaba kabartmalarının neredeyse tamamı saray heykeltraşlığına ait olup
tanrıçayı kentlerin koruyucusu olarak tanıtırlar. Phrygia kült kabartmaları ise
farklı ortamlar içinde sergilenmişlerdir. Phrygia‘daki kabartmaların hepsinde,
tanrıça kentlerin uzağında dağlarda sanki bir kapı eşiğinde durur gibi
betimlenmiştir. İki tanrıçanın adları yalnızca Yunanca’da benzer ses verir.
Anadolu dillerindeyse bunların birbirleriyle ilgisi yoktur. Phrygia
kabartmalarının biçimleri Geç Hitit yontu tarzından kuvvetle etkilenmiştir. Ama
atribülerle ilgili özel ayrıntılar ve kabartmaların yerleştiriliş biçimi, iki
tanrıçanın karakterlerinin bir hayli farklı olduğunu düşündürüyor.
İki tanrıça arasında başka
farklar da vardır. Geç Hitit tanrıçasının, kimi zaman birlikte betimlendiği bir
eşi vardı. Phrygia tanrıçası ise tam tersine her zaman yalnız görülür. Bazen
yanında erkekler bulunmakla birlikte hiçbir zaman eşit konumdaki bir tanrıyla
birlikte gösterilmez. Gerçekten de Phrygia Ana Tanrıça betimleri tanrıçanın
dişi yönünü ender olarak vurgulamaktadır. Kubaba, birkaç tanrıçalı bir
panteonun tanrıçalarından biridir ve bazı Geç Hitit kabartmalarında bu
tanrıçaları onun yanında görebiliriz. Oysa Phrygia Kybele Ana, sanatta
betimlenmiş olan ve tarafımızdan bilinen tek Phrygia’lı tanrıçadır.
Bu faktörler göz önüne alındığında iki tanrıçanın Erken Demir Çağı’nda iki farklı tanrıça olduğunu düşündürüyor. İkisinin yontusal biçimleri arasındaki benzerlikler, Orta Anadolu’ya geçen Phrygia’lıların kendi tanrıçalarını betimlemeye yarayacak yerli bir yontu geleneğine sahip olmadığına, bu nedenle güneydoğudaki komşuları olan Geç Hitit krallıklarının kabartmalarını taklit ettiklerine yorulabilinir.
Urartu Krallığı
Resim 17 – Yaşilalıç’taki Urartu kült kabartması ve nişi. MÖ 8. yüzyıl.
Urartu ile Phrygia Kralı Midas
arasında yapılan bir anlaşma sayesinde, Erken Demir Çağı’nda Urartu ile
Phrygia’nın resmi ilişki içinde olduğunun saptanması, Phrygialıların Urartu
kült adetlerini bilebileceklerini göstermektedir. Sonuç olarak Anadolu kültürlerinin
Phrygia’lılar üzerinde açıkça görülen etkiler bıraktıkları görülebiliniyor.
Resim 18 – Urartu baş tanrısı Haldi
Urartu’larda baş tanrı Haldi,
savaş ve bereket tanrısıydı (Resim 18). Bu durum Urartu toplumu için savaş ve
tarımın ne kadar önemli olduğunu gösterir. Uratu’larda kadın tanrıçalar vardı
ama hiçbiri önde değildi. Bu anlamda Phrygia’ları etkilediği söylenemez.
Anadolu’da Kavimler arası ilişkileri
Özellikle Anadolu’da olmak üzere,
Helenistik Dünyada, MÖ 13-11. yüzyıllar arasına rastlayan kuzeyden ya da
kuzeydeki denizden gelen Deniz Halklarının büyük göçü sonrasındaki toplum
devinimlerine bir göz atarsak, Kybele’nin ana direklerinden birini oluşturduğu
inanç sistemleri kaynaşmasının nedenlerini daha rahat görebiliriz. İlk kez
Homeros’un Odysseia’sında adlarına rastlanan, Kuzey Karadeniz halkı Kimmerler
MÖ 714’de Doğu Anadolu’daki Urartu’lara saldırıp onları dize getirdikten sonra
Phrygia’ya istikametine dönüp onların son kralı Midas’ı MÖ 676’da hezimete
uğratırlar. Zaten perişan durumda olan Urartuların sonunu İskitler getirirler.
Bu olayla birlikte Tunç Çağlar´ın bittiği ve Anadolu´nun doğusu hariç tümünde
Demir Çağlar´ın başladığı kabul edilir.
Orta Anadolu’daki kargaşa
dönemine, Lydia’lılar son verdi. MÖ 14.
yüzyıldan beri Mykenai kültürünün geleneklerini zayıflayarak olsa da taşıyan
Lydia, Asurluların yardımı ile Anadolu’ya bir düzen getirmiş, egemenliğini doğu
ve batı yönünde Ege kıyılarına kadar genişletmiştir. Lydia’lar Kybele kültüne
sahip çıkıp yaygınlaşmasını sağlamıştır.
Ancak Lydia’lılar sonradan
Perslerin yükselen gücü karşısında çökmeye başlarlar. O arada Bithynia’lılar
Trakya’dan Dardanel’i geçerek Çanakkale sahillerine yerleşirler. Kökenleri
bilinmeyen Mysia’lılar ve Kharia’lılar daha iç kısımlara ve güneye inerler.
Lykia’lılar, Pamphylia’lılar, Kilikia’lılar Güneybatı ve Güneye yerleşirler;
yerli halklar üzerinde egemenlik kurarlar. Helenler, bu bölgesel egemenliklerin
birçoğunu Troya savaşından çıkan kahramanların kurduklarını iddia etmişlerdir.
Troya Savaşını izleyen asırlar içinde de Eolyalılar (Aeolia) ve Ionyalılar,
Lesbos (Midilli), Samos (Sisam), Khios (Sakız), Miletos, Ephesos ve Smyrna
(İzmir) üzerinde koloniler kurdular. İşte bu karmaşa arasında, Mısırdaki
“Isis’in”, Suriye’deki ‘Atargatis’in, Perslerde Mithra’nın karşılığı olan
Kybele’nin kültü de oradan oraya, kılık, işlev, isim değişikliğine uğrayarak
savruldu.
Kybele, Gaia, Rea, Demeter gibi
Yunanlı, Maia, Ops, Céres gibi Romalı tanrıçalarla bir tutuldu. Dini, yalın
ritüelleri ile Trakya ve Yunanistan’ın daha çok geri kalmış iç bölgelerine
yayıldı. MÖ 5. yüzyıldan itibaren çoğalan tapınaklarına “Metrôon - Ana’nın
Tapınağı” dendi. Yunanlıların Girit’ten alınma ana tanrıçası Rhea ile eş
tutuldu.