4. KYBELE PHRYGİA’DA
Resim 19 - Boğazköy’den Phrygia Ana Tanrıçası kabartması. Tanrıça flüt ve harp çalan iki çocuk ile tasvir edilmiş. MÖ 6. yüzyıl başı.
Ana Tanrıça, Yunanistan ve
Roma’da Phrygia dilindeki sıfatı kubileya’dan türetilen Yunanca Kybele ya da
Latince Cybele olarak anılır. Ana Tanıça’nın Phrygia’dan Yunanistan’a geçişi,
MÖ 7. yüzyılın geç dönemi ile 6. yüzyılda gerçekleştiği sanılıyor.
Anadolu’nun dinsel geleneğinde
Ana Tanrıça’nın öne çıkması, Anadolu’nun Phrygia öncesi sakinleri arasında
anaerkil toplumun geleneğinin yaygın olduğuna bir işarettir. Mısır’da toprak
canlıların anası olmak şöyle dursun, genellikle erkek olarak kişiselleştirilmişti.
Yunanistan ve Girit’te tanrıça Meter’in insanların çoğalmasıyla pek ilgisi
yoktu. Yunanistan’da ise kaygı verici bir konuktu.
Anadolulu Ana Tanrıça kültünün
Demir Çağı’na (MÖ 800) kadar Phrygia’da iyice yerleşmiş durumda olduğu ve
Phrygia’ya özgün biçimiyle Anadolu’nun batı kıyısına yayıldığı neredeyse
kesindir. Phrygia’da yaşayan insanların vahşi karakteri dinsellikte aşırıya
varan bir gelenek doğurmuştu. ‘Şiddetli coşku hali Phrygia’da her zaman görülen
bir hastalıktı.’ Phrygia yazıtlarını tam olarak okuyamamız dağların ve
pınarların kutsallığı hakkında Phrygialıların ne düşündüğünü yeterince
bilmediğimiz anlamına gelmektedir.
Phrygia’daki Ana Tanrıça Kültü
Antikçağda Akdeniz dünyasında
uzun süre varlığını sürdüren ana tanrıça imgesi Phrygia’nın Ana Tanrıçasıyla
başlar. Tanrıçanın adı, dış görünüşü ve kültünün birçok özelliği Phrygia
kültürüne ait olup bunlar Anadolu’nun başka bölümlerine, Yunanistan’ ve Roma’ya
aktarılmıştır. İlerleyen yüzyıllar içerisinde Ana Tanrıça kültünün bazı
yönlerinde önemli değişiklikler olmasına karşın Yunanistan’da, Roma’da ve Roma
İmparatorluğu’nun her yerinde karşımıza çıkan tanrısal varlık, sonuçta Phrygia
tanrıçasından türemiştir. Tanrıça taşındığı bu kültürlerde Phrygia’daki adının
dışında Kybele (Yunanistan) ve Cybele (Latince) olarak tanınmıştır. Sardes’de onun Lydialı, Batı Anadolu’daki
çeşitli Yunan kentlerinde Helenleştirilmiş biçimine tapınılıyordu. Bunun
dışında Phrygia dışında pek çok tanrı ve tanrıçadan biri gibi gözükür ve en
önemli olanı da değildir. Phrygia içindeyse tartışmasız en önemli tanrısal
varlıktır.
Orta Anadolu’da Phrygia göçünün
ilk izlerinin görüldüğü zaman olan MÖ 1. Bin yıl başından Büyük İskender’in
fethiyle devam eden Anadolu’nun Yunan egemenliğine girdiği zaman olan MÖ 4.
yüzyılın ikinci yarısına bakarsak yazınsal ve arkeolojik buluntulardan şunları
görürüz.
Yazıtsal Belgeler
Phrygia’da alfabetik bir yazı
yaygın olarak kullanılmış olmasına rağmen günümüze birkaç yüz metin ulaşmıştır.
Bu nedenle dil henüz tam anlamıyla çözülmemiştir. Phrygia dili Hint-Avrupa
dillerinden olasılıkla Yunanca ile aynı koldan gelmedir. Zaten Phrygia’ler
Anadolu’ya Balkanlar üzerinden gelmiştir. Phrygia dilindeki yazıtlardan elde
edilen en önemli bilgi tanrıçanın Phrygia dilindeki adı olan Matar dır. Bu ad
eski Phrygia dilindeki yazıtlarda on kez görülür. Matar sözcüğü ‘Ana’ anlamına
geliyor. Bu durumda epigrafik bulgular Phrygia tanrıçasının bir ana tanrıça
olduğunu açıkça belirtmektedir. Ana Tanrıça metinlerinde iki kez rastlanan bir
sıfat ise daha ilginçtir. Ana Tanrıça için kullanılan bu sıfat Kubileya ya da
Kubeleya’dır. Bu sözcük tanrıçanın Yunanca adının kökeni gibi gözükse de,
Kubileya Phrygia’da bir ad değil büyük olasılıkla tanrısal bir sıfattı.
Romalı coğrafyacı Strabo, Kybele
adının Kybelon (Pessinus civarında bir dağ) dağından gelmesi gibi, tanrıçanın
Dindymene sıfatının da Dindymos(Günyüzü) dağından geldiğini söyler. Ana
Tanrıçanın isimleri genellikle bölgedeki dağ adlarından türetilmiştir ama
Kybebe yer adından türeyen bir sıfat değil, kültü Phrygia Ana Tanrıçası ile
bütünleşmiş olan Geç Hitit tanrıçası Kubaba’nın adının Yunancalaşmış biçimiydi.
Eski Phrygia yazıtlarında Phrygia
dilinde Matar adından başka üç ad daha görülür: Midas, Baba ve Ates. Midas
adına, girifit bir biçimde oyulmuş büyük bir kaya parçasının tepesine
yerleştirilmiş bir yazıtta rastlanmıştır. Midas anıtı denilen bu kaya anıtı
Midas kentindeydi. Midas kentinde bulunan başka yazıtlarda ise yazının bir
tanrısal varlığa değil bir Phrygia kralına adandığı görülmektedir. Tarihte
bilinen tek bağımsız kral Midas, MÖ 8. yüzyıl sonu ile 7. yüzyıl başında güçlü
Phrygia hükümdarıydı. Buradan ölümlü bir kral olan Midas’ın bir şekilde Ana
Tanrıça kültüyle ilişkisi olduğu sezilmektedir.
Phrygia’da yaygın olarak kullanılan Ates adı, Midas Anıtı’nın en önemli yazıtında adayan kişinin adıdır. Midas Anıtı’nın sağ tarafında dikey olarak yerleştirilmiş bir başka önemli yazıtta, adayan kişinin adı Baba’dır. Ana Tanrıça kültünde bu ad da önemli bir şeyler ima eder, çünkü Baba ya da Yunanca şekliyle Papa, Greko-Romen kültte Attis için kullanılan bir ad idi.
Arkeolojik kanıtlar
Phrygia’da Ana Tanrıça betimleri
neredeyse birbirinin aynıdır. Her zaman olgun bir kadın olarak betimlenen
tanrıça, başı, gövdesi ve bacakları tamamen önden gösterilmiş biçimde dimdik
durur. Kolları, genellikle gövdesi üzerinde çaprazlama kıvrılmış olup, elinde çeşitli
cisimler tutar. Bedeni yoğun kumaş kıvrımlarıyla örtülüdür. Boynuna dek kapalı,
uzun kollu, uzun ve bol etekli, belde kemerle toplanan bir elbise giyer. Bol ve
epeyce kalın kumaştan yapılmış bir giysiyi temsil eden yontma kostüm,
anatominin sezilmesine izin vermez. Tanrıça genellikle uzun, kat kat yükselen,
polos denilen başlık giyer. Bu başlıktan çıkan uzun örtü, tanrıçanın etek ucuna
dek iner. Çoğunlukla bu örtünün bir ya da her iki ucu kemere sıkıştırılmıştır.
Örtü o bölümde yatay pililer halinde tanrıçanın eteğinden aşağıya dökülür. Bu kostümün MÖ 9 ve 8. yüzyıl Güneydoğu
Anadolu‘daki Geç Hitit kabartmalarında betimlenmiş olan kadınların
kostümlerinden alındığı açıktır.
Tanrıçanın orta Phrygia’dan çıkan imgeleri en güzel ve en
iyi korunmuş olanlardır. Bunların içerisinden en büyük beş figür: Gordiyon’da,
Ankara Bahçelievler ve Etlik’de, Ayaşta ve Boğazköy’dedir (Resim 20-21).
Resim 20 - Ankara/Bahçelievler’den Phrygia Ana Tanrıça kabartması, MÖ 7. yüzyıl.
Resim 21 - Salmanköy’den Phrygia Ana Tanrıça başı MÖ 7-6. yüzyıl
Bu figürlerin büyüklüğü normal
insan boyunun üçte biriyle üçte ikisi arasında değişir. Orta Phrygia’daki
kabartmaların bir başka özelliği de bir kapıya benzeyen ve tanrıçayı çerçeve
içine alan mimari cephedir. Bir başka enteresan konuda herhangi bir Phrygia
yerleşmesinde tanrıçanın tapınağı olarak saptanabilen hiçbir yapı yoktur. Buna
rağmen tanrıçanın kent dışındaki kutsal yerlerine ait bol kanıt vardır. Ankara
ve Gordion kökenli figürlü kabartmalar kent dışı ortamlarda (mezar anıtlarının
yanlarında ya da Sangarios(Sakarya) ırmağının yakınında) bulunmuştur.
Phrygia’nın dağlık kesimlerinde
yoğunlaşan anıtlar, Porsuk ve Sakarya ırmaklarının denizden uzak kısımlarındaki
dağlık arazide, günümüzün Eskişehir, Kütahya ve Afyon illerinin sınırları
içerisindedir. Hepsi doğal kayaya oyulmuş 23 adet anıt saptanmıştır. Her anıt,
bir yapının ön kısmı olduğu anlaşılan mimari bir cepheyi canlandıran bir
kabartmadan oluşur. Bu anıtların 16 tanesinin nişi boştur. Ama geriye kalan
yedi tanesinde kapda duran tanrıça figürü hala gözükür. Aslankaya anıtı
diğerlerinden farklıdır (Resim 21-22). Kabartma yüzeyinin bir bölümü bir
yapının cephesini andıran bölümü geometrik bezemelerle kaplıdır. Bu süslü
duvarın ortasında geniş bir kapı, üst kısmındaysa tepesinde boynuzlu bir
akroterin bulunduğu beşik çatının üçgen kısmı betimlenmiştir. Üçgen alınlığın
içinde antitetik yerleştirilmiş iki sfenks, insan başlı, kanatlı aslanımsı
yaratıklar görülür. Bu yaratıkların yüzü izleyiciye dönüktür. Nişin yani
kapının içinde arka plandaki kayaya yüksek kabartma olarak oyulmuş tanrıça figürü
vardır. Dimdik ayakta duran tanrıçanın yüksek bir başlık ve kollarıyla
bedeninin tamamını örten uzun bir elbise giydiği bellidir.
Tanrıçanın iki yanında, kafaları tanrıçanın başlığıyla aynı
seviyede olan iki iri aslan vardır. Arka ayakları üzerinde dikilen aslanların
her biri, ön ayağını tanrıçanın başı üzerine koymuştur. Tanrıçanın elinde ise
arka ayaklarından tutarak eteğine doğru baş aşağı sarkıttığı bir aslan yavrusu
vardır. Ayrıca yapının her iki yanında arka ayakları üzerinde duran ve kafaları
alınlığın tepesine erişen iki aslan daha bulunur.
Resim 22 - Aslankaya genel görünüm MÖ 6. yüzyıl başı
Resim 23 - Aslankaya nişin içerisindeki kabartma MÖ 6. yüzyıl başı
Midas kentindeki Midas Anıtı (Resim 24), özellikle geometrik bezeme bakımından zengindir. Cephenin ana bölümüne çevrelerinde meander motiflerinin zikzak yaptığı haç ve karelerden oluşan bir motif etrafında gelişen gösterişli bir bezeme oyulmuştur. Yapının saçak kornişi ile yan desteklerinin üzerinde bir kare etrafındaki dört baklava motifinden oluşan aralıksız bir bezeme, kornişin üzerindeki alınlıkta ve meyilli kornişle simanın üzerindeyse baklava motifleri dizisi bulunur. Girift geometrik motifler eskiden beri Phrygia’ya sanatının bir parçası olmuştur.
Resim 24 - Midas anıtı MÖ 7. yüzyıl.
Areyastis Anıtı (Resim 24),
Yazılıkaya köyünün 1.7 km kuzeyinde, Çatalkaya-Yazılıkaya yolunun batısındadır.
Anıta tepe akroterinin sağında bulunan Frigce yazıtta okunan “Areyastin”
kelimesinden dolayı bu isim verilmiştir. Anıtsal fasadların günümüze en sağlam
durumda kalanıdır. 5.50 m yüksekliğinde, 4.20 m genişliğindedir. Çatısı üçgen
alınlıklı olup tepe akroteri ile taçlandırılmıştır. Alınlıkta çatı orta
dikmesinin her iki yanında kabartma birer pencere yer alır. Kareye yakın
dikdörtgen cephe duvarı kabartma iki çerçeve ile çevrilmiştir. Çerçeveler,
düzgün aralıklarla yerleştirilen kare panolardan oluşan bezeme dizisi ile
bezenmiştir. Cephe duvarının alınlığa yakın üst kısmında küçük bir niş vardır.
Anıt üzerinde üç adet Frigce yazıt bulunur. Yazıtların hepsi iyi okunabilse de
anlamı bilinmemektedir.
Resim 25 - Areyastis Anıtı MÖ 7-6. yüzyıl
Kayalara mezar oyma geleneği batı Phrygia’nın dağlık bölgelerinde yaygındı. Aslantaş adlı kabartmalı mezar önemli bir örnektir (Resim 26). Burada arka ayakları üzerinde dikilmiş, pençelerini ise mezar odasının kapısı üzerine koymuş iki aslan gösterilmiştir. Bu tür kaya cephelerinin mimari mezar odaları olarak kullanılması, Phrygialı Ana Tanrıça kültünün Phrygia’nın bu bölgesinde de bir mezarlık ortamıyla ilişkili olabileceğini sezdirir.
Resim 26 - Aslantaş
kabartması MÖ 7-6. yüzyıl
Bugünkü Elmalı yakınlarındaki
Bayındır’da 1986’da kazılan bir grup tümülüsten duruşu ve giysisiyle Ana
Tanrıça’ya benzeyen fildişinden yapılmış ayakta duran bir kadın heykelciği
bulunmuştur (Resim 27). Elmalı heykelciği bir polos, yani yüksek başlık takmış,
uzun kollu, belden kemerli uzun etekli bir elbise giymiş olan olgun bir kadını
göstermektedir. Bu heykel Ephesos’taki Artemis Tapınağı’nda bulunan özellikle
Megabyzos denilen figüre çok benzemesi, MÖ 7 yüzyıl sonu ya da 6. yüzyıl başı
gibi tarihi akla getirir.
Resim 27 - Fildişi kadın heykeli. MÖ 7-6 yüzyıl Bayındır.
Tümülüste Phrygia’daki Matar
kültü açısından büyük önem taşıyan başka bir parça da bulunmuştur. Belden
kemerli uzun bir elbise giymiş, yüksek bir başlık takmış olarak ayakta duran,
gümüşten yapılmış sakalsız bir heykelciktir (Resim 28). Kulakların önünde omuz
hizasına inen bukleler vardır, ama kafanın arkası tıraş edilmiştir. Figür dua
eder pozda, iki elini bel üzerinde birleştirmiştir. Giysisi tanrıçanınkine çok
benzer, ama figürün anatomisi bunun kadın değil erkek olduğunu gösterir.
Giysisi, değişik saç biçimi ve ellerinin duruşu bunun bir rahip olduğuna işaret
edebilir. Hem Yakın Doğu hem de Yunan sanatındaki olgun erkek figürlerinin
değişmez bir özelliği olan sakalsızlık, ayrıca bu kişinin bir hadım
olabileceğini de akla getirir.
Resim 28 - Gümüş rahip heykeli. Bayındır MÖ 8-7. yüzyıl sonları.
Phrygialıların Ana Tanrıça’larının atribütleri de kişiliği hakkında iyi ipucu verir. İçki kabı atribüsü yaygın olmasına karşın Anadolu’ya özgü kült sahnelerinde görülen eski bir gelenektir. İçki kabı, tanrıçanın tapanlarından alacağı sıvı sunularını simgeleyerek onun tanrısallığını onaylatır. Tanrıçanın hayvan atribüleri ise tam tersine kişisel ve müstesnadır. Tanrıçanın yanında alıcı kuşlar, aslanlar ve fantastik yaratıklar bulunur. Bunların hepsi yırtıcı hayvanlardır. Yırtıcı hayvan tanrıçanın güçlü imajını sağlamlaştıran bir özelliktir. Orta Phrygia’da onun en sık rastlanan hayvan atribüsü olan atmaca ya da şahin, pratikte işe yarayan yırtıcı bir hayvandır. Aslan, Phrygia’da her zaman Matar’ın yanında hazır ve nazır olan değişmez bir yoldaş olmamasına rağmen Orta Phrygia’da kayda değer anıtta gözükmektedir. Yunan Meter’inde ise aslan vazgeçilmez atribüdür. Her zaman tanrıçaya eşlik eden yırtıcı hayvanlar, tanrıçaya ürkütücü değil, doğal çevreye egemen bir güç imajı verirler.
Tanrıçanın önemli atribülerinden
olan lir ve flüt yumuşak ezgili müziği anımsatsa da Greko-Romen kaynaklarda
Kybele kültüyle bağdaştırılan vahşi çıldırtıcı müziği bu enstrümanlarla nasıl
bağdaştırmak gerekir. Greko-Romen Kybele’nin en yaygın müzik aleti olan tef
tanrıçanın Phrygia tarzındaki betimlerinde görülmez.
Phrygialı Ana Tanrıça’yla ilgili
bir soru işareti de tanrıçanın eşi konusudur. Phrygia’daki betimlemelerde
tanrıça tek başınadır. Boğazköy ve Gordion kaynaklı heykellerde tanrıçanın
yanında bulunan erkek figürleri tanrıçadan daha küçük boyutta olduğu için
tanrıçanın dengi değil yardımcıları olduğunu gösterir. Yunan ve Roma kültünde
tanrıça Mater ya da Magna Mater’e çoğunlukla genç bir tanrı Attis eşlik eder.
Rahiplerinin hadım edilmesini gerektiren Attis tapımı, daha sonra Yunan ve Roma
toplumundaki Ana Tanrıça kültünün en tanınan özelliklerinden biri oldu. Ancak
Greko-Romen tanrısı Attis’in Phrygia’da karşılığı yoktur. Bu hadım tanrının
başka bir yerden kaynaklanmış olduğu kesin görünüyor.
Ana Tanrıça’ya en çok Matar yani
Ana diye seslenilmişti. Elmalı’da bulunan fildişi heykelcik dışında, tanrıçanın
kucağında çocuk tuttuğu ya da beslediği hiç görülmemiştir. Boğazköy ve Gordion
heykellerindeki gençler çocukları değil yardımcılarıydı. Onun imajında bir
bereket tanrıçasını çağrıştıran hiçbir şey yok gibi görünüyor. Dış görünüşü
kadınsı olmakla birlikte, erotizmi ya da üreme işlevini vurgulamıyor. Bereketi
çağrıştırabilecek tek atribüsü ise Boğazköy heykelinin elinde tuttuğu nar ama
bu nesnenin nar olduğu da kesin değil.
MÖ 1200 yıllarında Trakya
üzerinden Ege Göçleri ile Anadolu’ya giren Phrygia’ler, çok zayıflamış Hitit
Devletini ortadan kaldırarak Anadolu’yu egemenlikleri altına almışlardır.
Phrygia’lerin esas yerleşim bölgesi Gordion merkez olmak üzere Sakarya bölgesi
olup Afyon, Kütahya, Eskişehir bu bölgeye bağlıdır. Geride bıraktıkları çok az
sayıdaki yazıtlar onların Hint-Avrupalı bir dil kullandıklarını göstermektedir.
MÖ 750 yıllarında Phrygia Devleti Kral Midas’ın döneminde büyük güç kazanmış ve
zenginlemiş, ancak MÖ 7. yüzyılın başlarında Kimmer akınları ile zayıflamış;
daha sonra Lidya egemenliğine girmiş ve MÖ 550 yıllarında da Pers istilası ile
bağımsızlığını tamamen yitirmiştir. Truva savaşında Yunanistan’dan gelen
Akhalara karşı savaştıkları biliniyor.
Resim 29 – Anadolu haritası üzerinde Phrygia sınırları ve kentleri
Başkentleri olan Sakarya
kıyısındaki Gordion’dan başka Kızılırmak yayı içinde ve güneyindeki Alacahöyük,
Boğazköy, Pessinos, Pazarlı, Kültepe, Eskiyapar, Maşathöyük gibi şehirler
kurmuşlardır (Resim 28). Dans ve müzikte iyi idiler. Flüt bir Phrygia
çalgısıdır. Günümüze kalan kaya anıtlarıyla sanat ve kültürde ileri oldukları
anlaşılıyor. Phrygia kadınları başlarına turban takarlardı. Çok sayıda ülkeye
tunç eserler satıyorlardı. Evlerini ağaç kütüklerden yaparlar, damlarını saz ve
toprak ile kaparlardı. İç Anadolu’da hala böyledir. Kakma ağaç tekniğiyle
mobilya yapmakta ustaydılar. İğneyle nakış işlemenin Phrygia buluşu olduğuna
inanılmaktadır. Hayvan öykülerinin ilk yaratıcılarının Phrygialer olduğu
biliniyor. Phrygia dili tam olarak çözülememiştir.
Athena’nın kırlara attığı flütü
bulan Çoban Marsiyas'la tanrı Apollon arasında yapılan müzik yarışmasında,
tanrıdan yana değil haklıdan yana taraf olduğu için, kulakları eşek kulağı gibi
uzatılan kral Midas'ın kulaklarını kapatan sivri Phrygia başlığı (Resim 30),
özgürlük ve onur mücadelelerinin simgesi olur dünyada. Roma döneminde
özgürlüğüne kavuşan köleler Phrygia başlığı giyerler. 1789 Fransız ihtilalinde
devrimcilerin simgesi, başlarına geçirdikleri Phrygia Başlıklarıdır (Liberty
Cap). 18. yüzyılda Amerika'da yapılan bağımsızlık savaşının simgesi armalara
işlenen Phrygia başlıklarıdır. Phrygia başlığı Küba'dan Uruguay'a pek çok
ülkenin armasına işlenir. Ve bir kuşağın idolü, çizgi romandan diziye
uyarlanan, sosyalist imgeler içerdiği için gösterimi yasaklanan, Gargamel'e
karşı sürekli özgürlük mücadelesi veren Şirinler'in başını süsleyen başlık da
tesadüfi seçilmiş bir başlık değil, özgürlük başlığı, yani Phrygia başlığıdır.
Resim 30 - Phrygia başlıklı bir genç
Phrygia’da Kral ailesi öldükten sonra üzeri büyük toprak tümseklerle örtülü tümülüslere gömülüyorlardı. Ölüler erken dönemlerde yakılmadan, sonraki dönemlerde yakılarak ve külleri kaplara konularak tümülüslere bırakılmışlardır. Phrygia yığma mezarlarının en büyüğü Gordion’da MÖ 740 yıllarında yapılmış 50 m. yüksekliğinde ve 300 m. çapındaki tümülüstür. Mezar odası dünyada halen ayakta kalan en eski ahşap yapıdır. Günümüzde tümülüsün içine 70 metre uzunluğundaki bir tünelden geçerek girilir. Odanın bir köşesindeki ağaçtan yapılmış büyük bir kerevet üzerinde yaşı altmıştan fazla ve boyu 1,59 m. olan bir iskelet bulunmuştur. Mezarın Kral Midas’ın babasına ait olduğu sanılmaktadır (Resim 30).
Resim 31 – Tümülüs ve girişi
Phrygia’lerin baş tanrıça olarak
kutsadıkları Kybele MÖ 2000’de Hitit panteonunda ‘Kubaba’ olarak yer almıştır.
Bereketi, çoğalmayı temsil eden, genellikle yanlarında aslanla betimlenen
anatanrıça daha sonra Phrygialer aracılığıyla Sardes üzerinden batı dünyasına,
Hellenistik ve Roma çağlarına geçmiştir. Phrygialer çok-tanrılı bir dine sahip
olmalarına rağmen ana tanrıça kültü öylesine ön plana çıkmıştır ki onların
nerdeyse tek tanrılı bir Kybele dinine inandıkları söylenebilir. Phrygia’ya da
yeni bir kült oluşturuyorlar. Kültleri üretken vahşi doğa’yı temsil ediyor,
genellikle dağların doruklarında tapınılıyor.
Kybele, Phrygia’lerde doğanın bizzat kendisidir. Sembolü aslandır. Yunanlı tarihçi Strabon’a(MÖ 64-MS 24) göre bu tanrıçanın adı Rhea’dır. Kybele’yi diğer Phrygia tanrılarından öne çıkaran özellik tasvir edilişi ile ilgilidir. Çünkü sadece Kybele, insan formunda heykelleşmiştir. Matar (ana-anne) olarak görülen tanrıça, olasılıkla Phrygia’çe dağ anlamına gelen Kubileya sözcüğü ile adlandırılmıştır. Kybele heykellerinde tanrıça, ayakta ve ileriye doğru bakan, uzun bir elbise ve Yunanistan’da polos adı verilen silindirik başlık giyen bir kadın olarak tasvir edilir. Tanrıçanın ululuğu özellikle başındaki yüksek polos ile ifade edilir. Ellerinde ve yanında tanrısallığının simgesi içki kasesi, yırtıcı kuş ve aslan gibi semboller bulunur.
Attis’in Kökeni
Büyük ana tanrıçanın sevgilisi
Attis’in kökenini bulmak için Sümerlere kadar gitmek gerekiyor. Sümerlerin
panteonunda Tammuz adı verilen Tanrı önemli bir yer tutardı. Bu tanrının
Sümerce adı ‘Derin suların gerçek oğlu’ anlamına gelir. Sümerler o dönemde
sonradan Babil adı verilen uygarlığı yaratıyorlardı. Tarım yapıyor, su
kanalları kazıyor, yazıyı icat ediyorlardı. Babil’in dinsel edebiyatında
Tammuz, İştar’ın genç sevgilisi olarak görülüyor. Tabiatın gücünü temsil eden
Tammuz her yıl temmuz ayında ölüp yeraltı dünyasına gidip Mart ayında ilkbahar
ile birlikte yeniden doğuyordu. Güncel takvimlerimizdeki temmuz ayının adı
buradan gelir. Tammuz’un Sümerler de
derin suların gerçek oğlu olması, Phrygialer de Attis’in de Sakarya Nehrinin
Nana adındaki kızının oğlu ve dolayısıyla bir nehir evladı olması pek rastlantı
sonucu olmasa gerek.
Anadolu’da alevi Türkmen olan
Tahtacılar ve bazı diğer alevi köylerinde köylüler her ilkbaharda köyün en
yakışıklı gencini giydirip kuşattıktan sonra ev ev gezdirirlerdi. Damızlık adı
verilen bu genç, Tammuz’un doğuşunu ve Kybele ile kavuşmasını simgelerdi.
Damızlık sözcüğü Tammmuz’dan gelmedir.
Resim 32 – Kybele ve kadınımsı tavırlar içinde rahip ve eş Attis
Ritüellere, Attis tapımları da
eşlik ederdi. Attis, Kybele’nin sevgilisi, çocuğu, rahibidir (Resim 32). Çok
yakışıklıdır ve Kybele ona aşıktır. Bu durum, İnanna-Dumuzi ilişkisinin
neredeyse tıpatıp benzeridir. Mit şöyle anlatır: Attis ve Pessinus kralının
kızı evlenecektir. Ancak Attis’e aşık olan Kybele kıskançlıktan deliye döner ve
Attis’i çıldırtır. Deliren Attis, kendi penisini keserek yere atar. (Burada da
Hititlerin Kumarbi mitinin devamlılığı söz konusudur.) Döllenen topraktan
bitkiler fışkırır, bereket gelir, doğa canlanır, kanının değdiği yerde kırmızı
taçlı dağ laleleri biter. Aşığının ölümüne dayanamayan Kybele onu çam ağacına
dönüştürür. Çamın dört mevsim yeşil kalmasının nedeni işte budur.
Anadolu’da tanrıça Kybelenin ideogramı küp, mührü 5 köşeli
yıldızdır. Bu konuda Halikarnas Balıkçısı ilginç bir tez öne sürer:
Kybele
luvice kuwawa ku(wa)+aba+ula yani akarsu ve koruların kutsal annesi demektir.
İslamiyet öncesi Arap yarımadasında Mekke’nin kutsal ilahesi Hübel-Übel’in ve
şehrin bir başka koruyucu tanrıçası olan Lat’ın da Lykia kökenli Leto’nun
devamı olduğundan hareketle Halikarnas Balıkçısı islamiyetteki ay sembolizmi ve
5 sayısına verilen önemi daha önceki dönemin anaerkil etkileşimine bağlar.
Kıble ve kabe sözcüklerinin de Kybele sözcüğünden türetildiği, hatta “Abdullah”
özel adının ilk şeklinin “Abdullat”-lat’a tapan olduğu bilinmektedir.
Galatia’daki kültün başlıca merkezi Pessinos’daydı. Anadolu’da Kybele’ye adanmış pek çok tapınak yapılmıştır. Bunların arasında en çok bilinenler İda, Sipylos, Kyzikos ve Sardeis’deydi. Afyon ve Eskişehir’de Phrygia tapınakları önünde, iki yanında yere uzanmış aslanlarla birlikteki Kybele heykelleri hala ayaktadır. Çocuk yapamayan kadınların bu heykellerin (gerek Tanrıça gerek aslanların) üreme organlarına el sürme geleneği uzun zaman sürdürülmüş.
Phrygia mitolojisinde, Tanrıça, Sangrion (Sakarya) ırmağına atılmış bebek Attis’i (Atys) buluyor; onu hem evlat olarak bağrına basıyor, çocuk büyüdükten sonra onu sevgilisi, eşi yapıyor. Monoteizmdeki Adem’in kaburga kemiğinden kadının yaratılması inancının tersine, Ana Tanrıça erkeğini kendi buluyor. Üremede erkek etkisinin keşfedilmediği ilkel dönemlerde doğurma ve anne olma olgusu bir mucize gibi görülmüş. İlkel toplumlarca doğumun bir simge ile tanrısallaştırılması, dolayısıyla anaerkil düzenin kurulması akla yakın
Anadolu’daki en önemli Kybele Kültü: Pessinus
Kybele bir ay ve aynı zamanda bir
dağ tanrıçasıydı. Bir dağ üzerinde durmaktadır. Isimlerinin üçü aynı zamanda
bir dağ ismidir (Ana İdeia (İda dağı), Sipylene (Sipylos ya da Murat dağı),
Dindymene (Murat dağı). Dağların konik şekli nedeniyle Kybele çoğunlukla konik
taşlarla temsil edilirdi. Koni aynı zaman da çam kozalağı demekti. Anadolu’da
mermer kaidelerin üzerine konulmuş büyük kozalak heykelleri çoktur. Kybele aynı
zamanda bir orman ve mağara tanrısıdır. Doğumlarını hep mağaralarda yapar.
Anadolu’da Kybele’nin tapıldığı büyük dinsel törenler Pessinus’ta idi. Pessinus
Anadolu’da Galatya’nın eski bir kentidir. Charles Texier’in bulduğu ören yeri,
Sivrihisar Ballıhisar köyü yakınlarındadır. Kısmen sağlam kalmış bir tiyatrosu
vardır. Kent eski bir Phrygiaya kentiydi. Burada bir Kybele ziyaretgahı vardı.
O dönemde Kybele’nin adı Agdistis idi. Bergama kralı MÖ 189’da burada büyük
tanrıçaya heybetli bir tapınak yaptırmıştı. Altıncı yüzyılda Doğu Roma
İmparatoru Justinian, Sivrihisar’ı kurmaya karar verince Pessinus’un kalan
taşlarıyla Justininapolis adı ile Sivrihisar kalesini yaptırmıştı.
Hıristiyanlık kentte 3. yüzyıldan itibaren yaygınlaşmaya başladı. Pessinus MS 715’de İstanbul’u fethe giden Arapların saldırısıyla yıkılmıştır. Kent 11. yüzyılda Selçuklular tarafından alıncaya kadar Bizans İmparatorluğunun kontrolünde kalmıştır. Kenti Fransız tarihçi ve arkeolog, Félix Marie Charles Texier (1802 – 1871) 1883 yılında bulmuştur. Texier 1893 yılında da Hititlerin başkenti Hattuşaş’ı araştırmaya başlamıştır.
Resim 33 - Pessinus kent tiyatrosu
Antik Pessinus kenti, Perslerin
Kral Yolu üzerindedir (Resim 33-34). Ticaretin yanı sıra Kybele ve Attis için
yapılan ayinleri ile de ün salmıştır. Pessinus, çok eski çağlardan beri Kybele
Kültünün en önemli merkezidir. Ana Tanrıça Kybele'nin başında kuleye benzer yüksek
bir taç vardır; Bu taç, onun, kentlerin ve tarımsal ürünlerin tek egemeni
sayıldığının simgesidir. Aynı zamanda genç kızların da koruyucusudur. Kybele
kültünün Phrygia Krallığının ilk zamanlarına, çok masraflı bir ilk tapınağın
yapılmasını hatta şehrin kuruluşunu Phrygia Kralı Midas'a bağlayan geleneğe
rağmen, şehrin kuruluşu daha eski çağlara dayanır.
Pergamon kralı I.Attalos tarafından yaptırılan som mermerden tapınak (Resim 35) etrafında bir baş rahip tarafından yönetilen bir ‘Rahip Prensliği’ gelişmiştir. MÖ 205'ten itibaren Pergamon Kralı Birinci Attalos'la Pessinus baş rahibinin arasında dostluk bağları kurulmuştur.
Resim 34 – Pessinus antik kenti sembollerinden aslan
Helenistik Çağda, MÖ. 3 yüzyılda
Grek hakimiyeti altına giren Pessinus şehrinin yapı ve planları Yunan
anlayışına göre düzenlenir. Mabet tamamen onarılır. Meclis binası, stoa(üstü
kapalı sütunlu galeri), yollar, kanal ve tiyatro kurulur. Pessinus, MÖ 25 tarihinde
Augustus zamanında Roma hakimiyeti altına giren şehir, bu çağda çok gelişir ve
büyür. Şehrin içinden geçmekte olan su kanalı mermerlerle onarılarak iki yanı
heykellerle süslü muhteşem bir duruma getirilir. Hatta şehrin iç kısmandaki
kanal tamamen mermer döşenerek içine merdivenlerle girilen bir havuz havasına
bürünür. Şehir kendi adına para basma imtiyazına sahip olur. Yerel Kybele dini
inanç ve ayinlerine saygı daha da artar. Bizans çağında şehir çok bakımsız
kalır. Yeni bir şey yapılmaktan ziyade, eski yapılar ve şahane sanat eserleri
kırılıp sökülerek yapı malzemesi olarak kullanılır. MS 800 yıllarından sonra
ise şehir bütün vasıflarını kaybeder. Bundan faydalanan Jüstinianapolis
(Sivrihisar) daha önemli bir yerleşim haline gelir.
Resim 35 - Pessinus’da Pergamon Kralı I.Attalos’un yaptırdığı tapınağın temsili çizimi
Antik Pessinus Kenti'nde ilk
kazılar 1967-1973 yılları arasında Prof. Dr. Pierre Lambrechts başkanlığında
Belçika Gent Üniversitesi tarafından gerçekleşmiştir. Ara verilen arkeolojik
araştırma ve kazılara, 1983 yılından bu yana Prof Dr. John Devreker başkanlığında
devam edilmektedir. Kazıdan çıkan buluntuların taşınabilir olanları Eskişehir
Arkeoloji Müzesinde, büyük buluntular, mimari parçalar da Pessinus Depo ve Açık
Hava Teşhirinde yer almaktadır.
İonyalılar ve Troya yöresinin
halkı, Sakarya vadisindeki bu prensliği kutsal sayardı. Pessinus’daki tapınakta Kybele’nin bir
heykeli yoktu ama Kybele adına büyük olmayan siyah bir göktaşına tapılırdı.
Romalı yazarlara göre kara taş aşağıda belirtildiği gibi Roma’ya getirilmişti
(Resim 36). Ama daha sonra Roma bölümünde bunun nasıl farklı bir senaryo ile
gerçekleşmiş olabileceği tartışılacaktır.
2. Pön Savaşında ( MÖ 218-202),
MÖ 204 yılında Roma, Kartacalılar tarafından kuşatılmıştır. Savaşın 10. yılında
kent düşmek üzeredir. Bunun üzerine kendisine başvuran Romalılara Sibil Kâhini,
‘Pessinus’taki ana tanrıçanın karataşını Roma’ya getirin. Kent kötü kaderinden
ancak böyle kurtulacaktır’ der. Anadolu’daki Pessinus kentini bir dönem yöneten
Phrygia devleti çoktan yıkılmıştır. Bölge, Pergamon Krallığı’nın kontrolü
altındadır. Beş senatörden oluşan Roma heyeti, müttefikleri Pergamon Kralı
I.Attalos’tan Kybele heykelini ve kutsal kara taşı ister. MÖ 4 Nisan 204
tarihinde Gallos denen hadım rahipler eşliğinde bir insanın taşıyabileceği
büyüklükteki kara taş, Dikili üzerinden Roma’ya götürülür. Efsaneye göre taşı
taşıyan donanma Tiber ırmağına gelince gemi karaya oturmuş, Claudia Quinta
adında saygın bir kadın kuşağı ile gemiyi çekerek çıkarmıştır. Kybele bir dağ
tanrıçası olduğu için taş Palatinus tepesindeki Victoria Tapınağı’na konur. Ve
Roma, Kartaca kuşatmasından kurtulur. Daha sonra onuruna aynı tepede Tanrıçayı
kabul edecek Zafer tapınağı yapılacaktır. Tanrıça anısına her yıl Megalensia
denilen festivaller yapılırdı.
Resim 36 - Kybele’nin gemi ile Roma’ya taşınmasını anlatan gravür
Meryem Ana ile birlikte Efes’i
ziyaret eden Aziz Paulus, tapınaklardaki tasvirlere isyanla, putperestleri
kafir olarak suçlamıştır. Aziz Paulus’un kafirlikle suçladığı tasvirlere örnek
olarak, coğrafyacı Pausanias’ın, Phrygiayayı gezerken öğrendiği aşağıdaki
Kybele ve Attis öyküsünü bakabiliriz. Burada bir ana-oğul yasak ilişkisi, açık
yüreklilikle anlatılıyor.
‘Phrygiaya’da,
Pessinos kenti Dindymon Dağının (Günyüzü Dağı) korunaklı tarafında kurulmuştu.
Burada Agdistis adına adanmış bir tapınak mevcuttu. Agdistis, Eski Anadolu’nun
Ana Tanrıçası Kybele’nin Phrygia’lerdeki adıdır. Tanrı Zeus bir rüya görür ve
tohumunu yeryüzüne saçar. Bu tohumlardan kendisinde hem erkeklik hem de dişilik
özelliği bulunan Agdistis oluşur. Olimypos tanrıları, onun her iki cinsi de
içine alan kapsamlı gücünden ürktükleri için erkeklik organını kesip atmışlar.
Atılan parça toprağı dölleyerek bir badem ağacı olmuş. Sangrion (Sakarya)
Irmağı tanrısı Sangrios’un kızı (Naiad Sagaritis-Sangrion Perisi) Nana bu
ağacın ürünü bir bademi alıp göğsünde saklamış. Nana daha sonra bu bademin
kaybolduğunu, onun yerine göğsünde bir bebeğin uyumakta olduğunu görmüş.
Attis adı verilen çocuk büyümüş. Tanrısal güzellikte, uzun saçlı bir genç olmuş. Bir teke ile kırları, tepeleri gezmeye başlamış. Dişil adı ile Kybele olan Agdistis onu görür görmez aşık olmuş (Pessinos’daki Kybele tapınağını ziyaret eden Strabo, Coğrafya adlı eserinde, orada Kybele’nin Agdistis diye anıldığını kaydeder). Fakat genci yetiştirip büyütenler, Kral Midas’ın kızı ile evlendirmek üzere Attis’i Pessinos’a göndermişler. Bu düğüne engel olmak isteyen Tanrıça Agdistis(Kybele) Attis’e görünmüş. Attis, bu tanrısal zorlama karşısında çıldırarak, cinsel organını kökünden kesmiş; akabinde intihar etmiş. Bu sahneye tanık olan Midas, bundan esinlenerek, erkekliklerini Kybele’ye kurban eden iğdiş rahip ‘Korybantlar’ törenini ihdas etmiş. Gencin acı ölümüne sebebiyet verdiğine pişman olan Agdistis, onun bu sonunu kabûl edemiyor. Attis’i yeniden, her zaman yeşil bir çam ağacı olarak Dünya’ya döndürüyor. İşte Attis’in ‘Hayat-Ölüm-Yeniden Hayata Dönüş Tanrısı’ olma hikayesi böyle.’
Bu söylencenin başka bir anlatımı
da şöyledir;
Zeus,
Tanrıça Kybele’ye aşık olur. Tanrı onunla birleşmeyi başaramayınca tohumunu bir
kayanın üstüne bırakır, bu tohumlardan Agdistis doğar. Dionysos, Agdistis’i
sarhoş edip erkekli organını keser. Bu organdan bir badem ağacı oluşur. Bunun
meyvesini Sangarios Irmağı’nın kızı Nana göğsüne alır, gebe kalıp Attes’i
doğurur. Sangarios, bu bebeği doğaya bırakır. Phrygiaya dilinde Tekke anlamına
gelen Attagus sözcüğü güzel anlamına da gelir. Agdistis ve Kybele bu güzel
delikanlıya âşık olurlar. Agdistis Attes’ i çıldırtır ve delikanlının erkeklik
organını keserek can verir. Tanrıça Kybele onu gömer, Attes’in akan kanından
taçlı dağ laleleri biter. Agdistis, Attes’in bedeninin çürümemesi için Zeus’a
yalvarır. Zeus da onun bu dileğini kabul eder.
Bu söylencelerde, Agdistis ile Ana Tanrıça Kybele birbirine karışırlar, Pessinus’taki Kybele kültünde rahipler, belirli zamanlarda ve törenlerde erkeklik organlarını keserlerdi. Bu söylenceler, toprağın yeniden dirilişini simgeler.
Kybele Kurban Törenleri
Kybele papazları Galliler hadım
edilmişlerdi. Kybele törenlerinde flüt, davul, kuddum icra ederlerdi. Vecd
halindeyken söyledikleri sözcükler tanrıçanın vahyi sayılırdı. En erken
çağlarda tanrılara insan kurban edilirdi. İlkçağ sünnetinde penis kökünden
kesilirdi sonraki zamanda bu işlem yumuşatıldı. Günümüzde daha da kabul
edilebilir bir sünnet yöntemi uygulanmaktadır. Sünnet dinsel bir işlemdir. Bir
itikada, bir dine giriş törenidir. İbrani tarihini anlatan Mukaddes Kitabın ilk
ciltlerinde sünnetin Hz İbrahim zamanında da yapılmakta olduğu söylenir. Gene
aynı kitapta Hz Yakup, din önerdiği kavimlere sünneti ilk koşul olarak koşar.
Bu dine giriş töreninin çok eski olduğu, sünnet operasyonun Güneydoğu
Anadolu’da keskin çakmak taşlarıyla yapılmasından bellidir. Günümüzde bile çoğu
yerde sünnetten sonra kesilen deri parçası, çöpe atılmaz, saygıyla toprağa
gömülür. Aynen Kybele törenlerinde olduğu gibi. Kurbanlar ya da hediyeler,
kanlı ve kansız diye ikiye ayrılırdı.
İlk alınan üründen elde edilen
buğday ve başka unlardan yapılan çörekler, tatlılar ve etler, Tanrının önündeki
platforma konup yakılırdı. Kürsüye süt ve şarap da akıtılırdı. Tanrıya sunulan
yiyeceklerden törene katılanlar da yerlerdi. Bu tip kurbanlara kansız kurban
denirdi.
Kanlı kurbanlar canlı olanlardı.
Kurbanlık hayvanlar, çiçek çelenkleriyle ve başka süslerle donatılır, yüzlerine
gözlerine kutsal sular sürülür ve platformda papaz ya da yardımcıları
tarafından kesilirdi. Hayvanın bir kaba toplanan kanları kürsüye ve inananların
üzerine dökülürdü. Günümüzde kurban kesildiğinde çocukların alnına kan sürme
geleneği buradan kalmadır. Tanrının gücünün sürülen kanla birlikte sürülene
geçtiğine inanılırdı. Kurbanlar ya Tanrıya sunulan bir hediye ya da Tanrıya
karşı işlenen bir felaketi, kaza ve belayı önlemek için yapılırdı. Tanrısına
göre domuz, sığır, koyun, keçi, beygir ve köpek kurban edilirdi.
Kybele’ye doğuruculuğu nedeni ile
dişi domuz kurban edilirdi. Ona sunulan kurbanlar holocaust (bütün olarak
yanmış) biçimde yani kurbanın tümü tanrıçaya adanır ve yakılırdı. Tanrıçaya ait
olan o kurbanı yemek katiyen yasak ve büyük günahtı.
Tammuz, Phrygiaya’da Attis, Suriye’de Adonis olduktan sonra, onu her yıl bir yaban domuzu öldürürdü. Dahası, Tanrıdan akan damlaları dağlara düşünce, kırmızı kır gelinciği (Mayıs, Haziran aylarında çiçek açan; tarlalarda, bozkırlarda ve taşlık alanlarda yetişen) olurdu. Onlara Adonis’in kan damlaları deniyordu. Bu holocaust ile şu efsane birleştirilince domuz etinin bazı kavimlerde neden yasak olduğu ortaya çıkar. Dişi domuzlar Kybele’ye adanıyordu, ayrıca temmuz ayında domuz Tammuz’u ölüme gönderiyordu. Yoksa dünyanın başka sıcak yerlerinde yenilen domuzun trişin denilen paraziti yok muydu?
Pessinus’daki Kybele Festivali
Pessinus’dak Kybele festivali 22
Mart’ta başlardı. Platformun ortasında kutsal bir çam ağacı bulundurulurdu.
Başka bir çam ağacı parçası da sanki ölü bir ceset gibi kefene sarılıp, üzerine
taçlı dağ lalelerinden çelenkler konurdu. (Attis çam ağacına dönüştüğünde,
kesilen penisinden damlayan kanlardan taçlı dağ laleleri oluşmuştu). Bu
sembolik ceset bir su kıyısına götürülür ve sonra bir mezara konurdu.
23 Mart’ta yalnızca borular
çalınırdı. 24 Mart’ta Attis’in başpapazı, yani Arkigallos, damarlarından bir
miktar kan çıkartarak tanrıçaya sunardı. Ondan sonra gürleyen davullar,
dümbelekler, çınlayan büyük ziller, çığlıklar salan flütlerle hüzün verici bir
müzik başlardı. İkinci derecedeki rahipler başlarını sallayarak fırıl fırıl
dönerken, uzun saçları, giydikleri uzun etekler etrafa savrulurdu. Kendinden
geçen bu rahipler, bıçaklarla kendilerini yaralar, kutsal ağacı da platformu da
kan içinde bırakırlardı. Dans eden rahipler, Kybele yeryüzü tanrıçası olduğu
için, sık sık da yere dokunurlardı. Bu raksı seyredenlerin bazıları aşka
gelerek, papazların önceden bileyip hazırladıkları bıçaklardan birini kapınca,
kendi erkeklik organlarını kökünden keserlerdi. Kesilen kısımlar büyük saygıyla
sarılıp sarmalanır Kybele’ye ait kutsal bir yeraltı hücresinde toprağa
gömülürdü. Böylece Kybele’ye sunulmuş olurdu. Bu surette gebe kalan toprak
harekete geçirilmiş ve ilkbaharın doğuşu da hızlandırılmış olurdu. Bunun içindir
ki, ilkçağda bereket tanrıçaları, kutsal sevgiliyi yani Attis’I simgeleyen
papazlardan kendilerini gebe bırakacak dualar etmelerini beklerdi. Bu törende
erkeklerini kesip atanlar papaz adayı olurlardı. Pek erken çağlarda Artemis
papazları, Suriye’de Astoret, özellikle Asur’daki Babil’deki Fenike’deki ve
Arabistan’daki rahipler hep böyle dua ederlerdi.
Törenin gecesinde tapınanların
kederi birdenbire bir sevince dönüşürdü. Bir ışık peydah olur mezar açılır ve
içinden Tanrının cesedi çıkartılırdı. Ondan sonra doğan tanrı kutsal bir
nehirde yıkanırdı. Bu bir çeşit vaftiz, bir temizlenme ve bir gusül aptesti idi.
Kybele’nin papazların ayrı ayrı adları vardı. Bu papazlara, Kabir, Koribant ve Daktil denirdi. Telkin, Semivir ve Gallis denildiği de olurdu. Bunların hepsinin penisleri kökünden kesilmişti. Bu olay gerçekleşmedikçe papaz olamazlardı. Bu ritüel, sonraki yıllarda Semitik halklarda (Arap ve Yahudiler) penisin tamamını değil ama ucundaki deriyi (erkeklerde prepusium, kadınlarda klitoris) kesme şeklinde ortaya çıkacaktır.
Ölüp yeniden dirilme motifi,
birçok uygarlıkta mevsimsel döngülere göre hareket eden tarımsal üretime ait
doğa-üstü bir metafordur. Kutsal evlilik ve ölüp dirilen tanrı imajı değişik
adlarla sürekli tekrar etmiş bir olgudur ve birçok toplumda eşleniği görülmüştür.
Tanrı/tanrıça çiftleri bereket ve yaşam verme gücünün birlikteliğini sunarlar.
Bu bütünlüğün eril tarafı genellikle tanrıçanın ya çocuğu ya da kardeşidir.
Dişil öğe kalıcı ve değişmez dünyayı simgelerken dölleyici pozisyondaki ölüp
dirilen tanrılar bahar-kış çelişkisini simgeleyerek yaşam ve doğanın döngüsel
hareketini deşifre ederler.
Efes Kentinin Kybele’si Afrodit
Efes Kenti çok uzun süre Kybele
kültünü muhafaza etti. Kybele’nin rolü sonradan Yunan döneminde Artemis’e, Roma
döneminde de Diana’ya yüklendi. Genel olarak Ana Tanrıça olarak Artemis’e
tapıldı. Bahsi geçen tanrıçaların,
bereketi, biyolojik döngüyü temsil etmeleri gibi bir ortak paydaları vardır.
Artemis onuruna Dünyanın yedi harikası arasında sayılan (Roma egemenliğinden sonra Diana Mabedi diye anılacak) Artemision tapınağı inşa edildi (Resim 37). Yapılışı MÖ 650-550. Tapınak 45.7 x 91.4 metre bir platform üzerine inşa edilmişti. Platforma 13 merdiven basamağı ile çıkılıyordu. Tümüyle mermerden yapılmış tapınağın her biri 20 metre yüksekliğinde 127 sütunu vardı.
Resim 37 - Dünyanın yedi harikasından biri Artemision tapınağı.
1956 yılında Efes’ te yapılan
kazılarda iki adet Artemis heykeli bulunur. Arkeologlar, bu heykellerden birini
‘Güzel Artemis Heykeli’ diğerini de ‘Büyük Artemis Heykeli’ olarak
isimlendirirler. İki heykel de bugün Efes Müzesinde sergilenmektedir. Büyük
Artemis heykelinin başının üzerinde üç katlı kule bulunur (Resim 38). Bu onun
şehrin koruyucusu olduğunu sembolize eder. Tanrıçanın ensesinde dolunay
biçiminde büyük bir disk vardır. Artemis bozulmamış aydır ve alnındaki hilal
ile Yunanlı Artemis gibi onun da ay tanrıçası olduğuna vurgudur.
Resim 38 - Artemis Kült Heykeli (Büyük Artemis) - Efes Müzesi-Selçuk/İzmir. Heykelin bulunduğu Yer:Efes Prytaneion’u (Belediye Binası)-1956. Dönemi: MÖ 1. yy Roma
Efes Artemis’i bir doğa
tanrıçasıdır; doğurganlığı, verimliliği ve bereketi simgeler. Boynundaki
gerdanlığın altında bulunan dört sıra halindeki onlarca meme, (Polymastos: çok
memeli), bolluk ve bereket anlamına gelir. Ensesi dolunay biçiminde bir diskle
çevrilidir, bu onun bakireliğinin işaretidir. Alnındaki hilal ise ay tanrıçası
olduğunun işaretidir. Diskin iki yanında beşer grifon, yani kartal başlı aslan
vardır. Altı kat halindeki eteği, dörtgen biçimli plakalara bölünmüştür. Her
dörtgenin içinde aslanlar, boğalar, keçiler, grifonlar, sfenksler ve arılar
kabartma olarak gösterilmiştir. Bunlar Artemis’in doğa üstündeki egemenliğinin
simgeleri olarak kabul edilir. Efes Artemis heykelinin değişmez kutsal
simgelerinden biri de üç sayısıdır. Bu sayı ile Artemis’in üçlü karakteri dile
gelmektedir; bakire, kadın ve anne.
Güzel Artemis, Roma döneminde
yapılmış olup doğunun izlerini taşımaktadır (Resim 39). Güzel Artemis
heykelinin boynunun iki yanında 5 adet kartal başlı aslan bulunmaktadır.
Gerdanlığında, burçları, hâkimi olduğu güneş-ay-gezegenler döngüsü kozmolojiyi
yansıtır. Göğüs bölgesinde yaklaşık 40 kadar, düzenli bir sırada betimlenmiş
meme tasviri dikkat çekmektedir. Yapılan son çalışmalar, aslında meme olarak
düşünülen bu tasvirin boğa testislerini ifade ettiğini göstermektedir. Bu
betimleme, ana tanrıçanın bereketine yapılmış bir övgüdür. Etek kısmında,
dörtgen plakalar halinde hayvan betimleri göze çarpar. Her dörtgenin içinde
boğa, keçi, aslan, arı, grifon, sfenks bulunmaktadır. Bu betimleme, Artemis’ in
doğa ve kozmik enerji üzerindeki hükmünü ifade eder ve tamamen Efesli Artemis’
e özgüdür.
Resim 39 - Artemis Kült Heykeli (Güzel Artemis)-Efes Müzesi-Selçuk/İzmir-Bulunduğu Yer:Efes Prytaneion (Belediye Binası)-1956. Dönemi: M.Ö.1. yy Roma
Anadolu’da Efes’te, Artemis, Yay taşımaz, Phrygia Kybele’si ile özdeştirilir. Tanrıça, ayakta ve tamamen giyinik olarak tasvir edilmiştir. Başında silindirimsi çemberlerle tutturulmuş bir örtü, gri-fon ve sfenkslerle süslü üç katlı bir taç vardır. Heykelin yüzünde tatlı bir ciddilik görülür. Kaşlar sertçe çekilmiş, gözler badem şeklindedir. Şişkin dudaklar birbirine yapışık şekilde işlenmiştir. Boyun kalın ve gerdanlıkla süslüdür. Göğsünü girlantlar ve yumurta şeklinde bereket sembolleri doldurur. Etek kısmı bölümlere ayrılmıştır, her bölüm kutsal hayvanlara ait kabartmalarla doludur. Elbise uçları, ayak bileklerinden bir bağ ile boğulmuştur. Ayakların yalnız uçları görülür. Bazı yorumcular gögüs olarak yorumlanan yumruların aslında boğa testisi olduğunu iddia etmiştir.
Giritli Ana
Tanrıça Rhea
Yunan tanrılarının anası olan
Rhea Girit kökenlidir (Resim 40). Doğan
her çocuğunu yutan Gök Tanrısı Kronos ile evli olan Rhea, Zeus’u Girit’te bir
mağarada doğurur. Bu olay matriyarkel toplumdan patriyarkel topluma geçiş ile
birlikte olmuştur. Patriyarkel toplumda baş tanrının bir erkek olmasına karar
verildikten sonra Baş tanrıçaya bir çocuk doğurtularak Zeus yaratılmış ve baş
tanrıça tanrılar panteonundan çıkarılarak neredeyse ölümlü insana
dönüştürülmüştür. Bu değişim daha sonra Yunanistan’a da oradan Roma’ya da
geçecek ve yaygınlaşacaktır.
Minos kültüründe Zeus, tıpkı Dumuzi ve Tammuz’da olduğu gibi doğanın ölüp-dirilmesiyle eşgüdümlü bir yaşam süren bitki tanrısıdır. Zeus, toprağı simgeleyen annesi Rhea ile birleşecek, onu dölleyerek doğada bereketi sağlayacaktır.
Resim 40 – Giritli Tanrıça Rhea
Giritli Rhea ile Anadolulu Kybele’nin hangisinin diğerine esin kaynağı olduğu yanıtlaması zor bir sorudur ve elde de fazla veri yoktur.