6. KYBELE ROMA'DA
Resim 51 - Kybele ve Attis aslanların çektiği arabada etrafında dans eden corybantes’ler – Parabaigo tabağından detay gümüş MS 200-400 Milan’da bulunmuş
Romalılara tanrıçayı aramaları söylenen yerin neresi olduğu hakkındaki rivayetler çeşitlidir, ama antik kaynakların çoğu Ana Tanrıça’nın Orta Anadolu’daki Phrygia kutsal alanı Pessinus’un adını verir. Ancak Varro, tanrıçanın Pergamon Kenti’nde bulunan Megalesion adlı bir tapınaktan getirildiğini aktarırken, Ovidius, Ana Tanrıça’nın evi olarak, o dönemde Pergamon’un denetimindeki antik Troia kenti yakınındaki İda Dağı’nı gösterir. Romalıların tanrıçayı Pessinus’tan almak için Pergamon kralı I.Attalos’tan yardım istediğini anlatan Livius ise iki rivayeti birleştirmiş gibi gözüküyor. Tanrıçanın heykeli diye bahsi gecen cisim, Pessinus’taki tapınağa gökten düşmüş olan, aslında heykel niteliği taşımayan, tek elde taşınabilecek büyüklükte, (muhtemelen bir göktaşı) siyah bir kutsal taştı.
Resim 52 - Claudia Quinta
Sibylla Kitapları, tanrıçanın
Roma’da nasıl karşılanması gerektiğini de bildirmişti. Romalıların, kentin en
mükemmel adamını, tanrıçayı karşılamakla görevlendirmeleri gerekiyordu. Seçilen
kişi, MÖ 211’de İspanya’da öldürülen Cornelius Scipio Calvus’un oğlu ve ve
Romalı General Scipio Africanus’un kuzeni Pablius Cornelius Scipio Nasica oldu.
Kendisi o zaman henüz politik kariyerine başlamamış genç bir adamdı. Bu ev
sahibinin yanında, Ana Tanrıça, Roma’nın ileri gelen kadınlarından oluşan bir
grup, ya da antik belgelerin çoğuna göre, kentin en iffetli kadını tarafından
karşılanarak kente götürülecekti. Kaynakların çoğu bu kadının Claudia Quinta
(Resim 52) olduğunu kaydeder. Bazen olgun bir kadın, bazen de bir Vesta
Bakiresi olarak gösterilen bu kadın da önde gelen bir aileye mensuptu.
Arnobius, taşın tek elle tutulabilecek kadar küçük olduğunu belirtir. Bu taş,
Magna Mater’in Palatinus’daki tapınağındaki kült heykelinde tanrıçanın yüzü
olarak kullanılmış.
Livius’un anlattığına göre,
tanrıçanın naklini sağlamak için Pergamon’a elçi olarak yollanan Marcus
Valerius Falto, Magna Mater’i Roma’ya getiren geminin Ostia’ya vardığını
Senato’da ilan ettiği zaman, Scipio Nasica önderliğindeki halk tanrıçayı
karşılamak için Ostia limanına akın etmiş. Livius’un versiyonunda, Scipio
gemiye çıkıp siyah taşı alır, sonra onu Romalı kadınlara devreder, kadınlar da
tanrıçayı(taşı) Roma’ya, Palatinus’taki Zafer Tapınağı’na götürürler.
Ovidius ise, olayın daha sonraki anlatımların çoğunda rastlanan daha sansasyonel bir öykü aktarır. Ovidius’a göre, Magna Mater’in imgesini taşıyan geminin doğruca Roma’ya getirilmesi kararlaştırılmıştı. Fakat gemi Tiber ırmağı’ndan yukarı çekilirken karaya oturmuş ve bir türlü yerinden oynatılamamış. O anda Claudia Quinta ortaya çıkmış ve ünlü mucize gerçekleşmiş. Ahlaksızlıkla suçlanmış olan Claudia, adına sürülen lekeyi temizlemek ve bakire olduğunu kanıtlamak için Ana Tanrıça’ya yakarmış. Sonra kemerini belinden çözerek, gemiyi çeken halata bağlamış, halata hafifçe asılarak gemiyi yerinden oynatmış ve Roma’ya kadar çekmeyi başarmış. Böylece Sibylla’nın kehanetindeki casta manus’un yani temiz ellerin sahibinin Claudia olduğu kanıtlanmış.
Ovidius’un versiyonunda da
Romalılar Ana Tanrıça’yı sevinçle karşılar, kutsal taşı Palatinus tepesindeki
Zafer Tapınağı’na yerleştirirler. Bunun hemen ardından tanrıçanın gelişine
şölenler ve oyunlar düzenlenerek muhteşem bir kutlama yapılmış. Palatinus’ta
Magna Mater için yapılmaya başlanan tapınak Scipio Nasica’nın konsüllüğü
sırasında, MÖ 191’de Marcus Iunius Brutus tarafından tamamlanıp hizmete
açılmış.
Romalılar Magna Mater’i neden
Roma’ya getirmek istediler? Antik yazarların çoğu Magna Mater’in gelişini
Romalıların Kartaca ile savaşmasına ve Hannibal’ın MÖ 218’den MÖ 203’e kadar
süren seferlerle İtalya’yı istila etmesine bağlarlar. Cicero, Livius ve
Appianus gibi bazı yazarlar, Hannibal’ın İtalya’da bulunuşunun yarattığı
korkuyla halkın paniğe kapıldığını canlı bir şekilde anlatmış ve tanrıçanın
gelişinin verdiği rahatlama duygusunu açıkça belirtmişlerdir. Gerçekçi olmak
gerekirse Magna Mater’in gelişinin Kartaca Savaşları’yla pek fazla ilgisi
yoktur.
Resim 53 - Aslanların çektiği arabasında oturan Magna Mater’i gösteren tunç heykel grubu. MS 2. Yüzyıl New York Metropolitan Sanat Müzesi.
Romalıların aldığı kült gerçekte
nereden gelmişti? Kaynaklara göre burası Pessinus’tur. Ne var ki MÖ 3. yüzyılda
Pessinus’un bulunduğu bölge Galatların kontrolündeydi. Livius’a göre Roma
heyeti Pergamon kralı I.Attalos’tan yardım istemiş, o da Romalıları Pessinus’a
yönlendirerek tanrıçanın nakil işini çözümlemişti. Ancak o dönemde Attalos’un
yetki alanının Phrygia içlerine dek uzanması mümkün değil. Bu nedenle
Romalıların MÖ 204’te Pessinus’a varıp, oradaki yüksek rahiplerle anlaşmış
olması uzak bir ihtimal.
Livius ve Ovidius’un ifadeleri,
Romalıların Ana Tanrıça’yı gelişigüzel aradığı, Attalos’un bundan yararlanarak
onlara kutsal taşı vermiş olabileceği hissini uyandırıyor. Romalılar,
soylarının kökeni nedeniyle Troia ile ilişki kurdularsa, yerel Ana Tanrıça’nın
aynı zamanda kendi efsanevi atalarının tanrıçası olduğunu keşfettiklerinde,
araştırmalarını Pergamon’da noktalamış olabilir.
Eğer Romalılar Pessinus’a
gitmedilerse tanrıçanın kültünün Pergamon’da gelme olasılığı yüksektir. Diğer
yandan Pergamon topraklarına ilginin artışı ve bu toprakların Roma’nın efsanevi
geçmişiyle bağlantısı, Pergamon’un İda Dağı’ndaki tapınağının Romalı Magna
Mater’in çıkış yeri olma ihtimalini yükseltiyor. Phrygia’nın merkezindeki ve
Yunan dünyasındaki Ana Tanrıça kültü birbirinden farklıydı. Eğer Romalılar
kültü Pergamon gibi bir Yunan Kenti’nden aldılarsa, Phrygia kökleriyle pek az
ilgisi kalmış, fazlasıyla Yunanlaşmış bir kült ile karşılamayı bekleriz.
Roma’daki kanıtlar gerçekten de durumun böyle olduğunu gösteriyor.
Magna Mater’in Roma’daki en
önemli tapınağının yeri uzun zamandır biliniyordu. Bu tapınak Palatinus’un
güneybatı tarafında, Erken Cumhuriyet dönemine ait Scalae Caci’nin, Zafer
Tapınağı’nın yakınındaydı. Palatinus’daki Attis heykelciklerinin sayısı Ana
Tanrıça betimlemelerinden fazla olması başlangıçtan beri Attis’in bu kültün
önemli bir parçası olduğunu gösterir. Roma’nın Anadolu’yu fethine kadar bir
Phrygia yerleşmesinde epigrafik ya da ikonografik olarak Attis adlı bir tanrı
saptanmamış olduğundan, Roma’daki Attis kültünün Phrygia’daki bir tapınaktan
getirilmiş olması mantıklı değildir.
Palatinus terrakottaları
arasındaki simgelerden biri olan kozalak, Roma ile İda Dağı arasındaki
bağlantıyı ve Magna Mater’in Aeneas efsanesiyle kaynaştırıldığını gösteriyor.
Kozalak, Attis bir çam ağacının altında kendini hadım ettiği için çam ağacının
mitolojik gelenekte Attis’in özel simgesi haline geldiğini hatırlatmakla
birlikte, bu durum bu simgenin Roma kültündeki varlığını açıklamak için
uydurulmuş bir nedene benziyor. Hiçbir yerde çamın bir Phrygia kült simgesi
olduğu saptanmadığı gibi, Yunan dünyasında tanrıçayla ya da Attis’le ilgili
imgeler arasında çam kozalaklarına rastlanmamıştır.
Şair Ovidius, Fasti adlı
eserinde, Magna Mater’i Roma’ya taşıyan geminin, Aeneas’ın Troia’dan kaçtığı
gemileri yapmak için kullandığı ağaçlardan, İda Dağı’nın kutsal çamlarından
yapıldığını söyler. Ovidius’a göre çam ağacı bu yüzden Aeneas’ın koruyucusu
olan Ana Tanrıça’nın kutsal simgesi haline gelmiştir.
Romalılar Magna Mater’e başka
özellikler de yüklediler. Cinsellik ve bereket temaları bunlar arasındadır.
Üreme ve bereketin vurgulanması sadece insanla değil, tarımla da ilgilidir.
Plinius, Magna Mater’in Roma’ya gelişinin ertesi yılında ürünün her zamankinden
daha fazla olduğunu söyler. Ovidius’da Claudia efsanesini anlatırken, toprağın
Ana Tanrıça’nın gelişinden önceki kısırlığının, onun varlığı sayesinde düzelmiş
olabileceğini iddia eder. Bu özellik, hem Phrygia hem de Yunan Ana Meter’in durumu ile çelişiyor. Anadolu’da ve
Yunanistan’da bereket dağıtmakla fazla ilgileri olmayan bu tanrıçalar, vahşi ve
ıssız dağlarla bütünleşmiş oldukları için, tarımla ve yerleşim bölgeleriyle
doğrudan bağdaşmıyorlardı.
Magna Mater, Cumhuriyet çağında Romalıların kentteki ciddi bir kriz sırasında dışarıdan getirdikleri tanrılardan sadece birisiydi. Romalılar MÖ 3. yüzyıl başında bir veba salgınından kurtulmalarına yardım etmesi için Yunan sağlık tanrısı, Asklepios’u da getirmişlerdi. MÖ 215’te aşk, güzellik ve bereket tanrıçası Venus Erycina’nın Sicilya’dan Roma’ya aktarılışıyla kente yeni bir tanrı daha gelmiş oldu.
Roma’da Mater Deum Manga İdea Tapınağı
Ana Tanrıça Roma’da, Latince
‘Mater Deum Manga Idea-Tanrı Anası Büyük Fikir’ diye tanımlanan Cybele ‘İda’
kısaltması ile de anılıyor. Romalılar, onu, ayrıca kendi ilkel tanrıçaları Maia
(Yunanlılarda Zeus’un aynı isimde sevgilisi var), verimlilik tanrıçası Ops,
tahıl tanrıçası Céres ile özdeşleştirdiler.
Ana Tanrıça tapınağının Roma’nın
göbeğindeki önemli bir yerde olması ve Cumhuriyet Dönemi’ne ait kutsal
yapıların çok yakınında bulunması, Romalıların bu külte büyük saygı
gösterdiğini açıkça ifade eder. Magna Mater’in onuruna inşa edilen ilk tapınak,
cella ile pronaos’tan oluşan standart bir Roma tapınağı tipindedir. Yüksek bir
podyum üzerine inşa edilen yapının ön tarafında büyük olasılıkla Korinth
düzeninde olan altı sütun bulunur. Kült heykelinin durduğu platform günümüze
kalmıştır. MÖ 204 yılında Ana Tanrıça’nın gelişinden kısa bir süre sonra
yapımına başlanan ve MÖ 191’de hizmete açılan tapınak budur (Resim 54-55-56).
Tapınağın üst yapısı MÖ 111’deki bir yangın sonucunda ciddi biçimde hasar
görmüş ama ikinci tapınak yapılırken mevcut podyumu ve temelleri kullandıkları
için ikinci tapınak eski yapının planını izlemiş. Podyumdan meydana inilen
merdivenlerin bittiği meydanda kült törenlerinin ayrılmaz bir parçası olan
yalaklı büyük bir çeşme bulunuyordu. Basamaklar doğal anfi tiyatro düzeninde
oluşturulmuştu ve halk bu merdivenlerden ayakta törenleri, oyunları izliyordu. Meydandaki
yalaklı çeşme, tanrıça heykelinin yıkandığını yansıtabilir. Lavatio denilen bu
yıkanma töreni İmparatorluk çağında Almo nehrinde yapılıyordu.
Resim 54 - Magna Mater tapınağının inşaatı MÖ 204’de başladı ve ancak MÖ 191’de bitirildi. Tapınak Palatine tepesinin güney batı bölümündeydi ve MÖ Nisan 191’de tanrıçaya adandı. Tapınak iki kez yandı, yeniden yapıldı.
Resim 55 - İmparator
Augustus dönemindeki restorasyonda tapınak merdivenlerle çıkılan yüksek bir
platformun üzerine inşa edildi. Ön
tarafı Corinthian tarzında alınlık ile birlikte sütunlar üzerinde yükselen bir
tapınaktı. Augustus Cybele’ye bağlılığını göstermiş ve eşi Livia’da Cybele ile
özdeşleştirilmiştir. Roma’da Cybele kültüne, paganizmin yasaklandığı, Batı Roma
İmparatorluğunun çöküş yıllarına kadar tapıldı.
Resim 56 - Palatine tepesinde Cybele tapınağından günümüze kalanlar. Üzerinde ağaçların olduğu yükseltili alan tapınağın içi.
Cybele kültünün en son ve en
gelişmiş biçimine Roma’da rastlanır (Resim 57).
Oysa o dönemde Anadolu’da patriyarkel topluma geçiş olduğu için Kybele
iyice gözden düşmüştü. Cybele’nin taşı Pessinus’dan alınıp Roma’ya götürüldükten
sonra, Cybele’ye Romalılarca Mater Deum Magna yani Tanrıların Büyük Anası
denildi. Kendisine, başında taç yerine bir kule taşıdığı için Mater Turitta
yani Kuleli Ana derlerdi. Bu nedenle bugün İtalya, tepesi kuleli bir kadın
olarak simgelenir. Çoğu heykelde Cybele’nin vahşi doğasını ve gücünü temsil
etmek için tanrıça iki aslan ile gösterilmiştir.
Resim 57 - MÖ 1. yüzyıl mermer Magna Mater heykeli, Roma (Carlsberg Glyptotek, Copenhagen).
Roma’da Magna Mater için ‘Gallos’
adı verilen kadın kılığındaki süslü, takılı hadım rahiplerin yönetiminde,
Frigya kökenli müzik araçları (flüt, zil, davul) ile danslı şenlik yapılırdı.
Bu şenliklerde galeyana gelip, Şiilerin Muharrem törenlerinde yaptıkları gibi
dövünüp kendilerini yaralayanlar olurdu (Resim 58-59).
MÖ 2. yüzyılın sonuna doğru Magna
Mater uğruna hadım olan Galloslara karşı, toplumda bir nefret dalgası uyanmaya
başlıyor. MÖ 101’de Mater İdaea’nın ayininde kendini hadım eden Servilius
Caepio adındaki bir köle Roma’dan sürülmüş ve ömür boyu dönmesi yasaklanmış.
İkinci bir olay ise daha ilginç. MÖ 77’de, Genucius adlı bir köleye, Naevius
Anius adlı bir azatlıdan bir miras kalmış. Magna Mater rahibi olan Genucius bir
hadım imiş ve ne kadın ne erkek olduğu gerekçesiyle mirastan mahrum olmuş.
Üstelik iğrenç varlığı ve çirkin sesiyle kutsal mahkemeyi kirletmesin diye,
Genucius’un kendi davasında savunma yapmasına bile izin verilmemiş. Romalılar
tanrıçaya verdikleri onay, tanrıçanın rahiplerini kapsamıyordu.Bu da toplumda
bir çelişki yumağı oluşturmaya başlamıştı.
MÖ 23 yıllarında Halikarnassoslu Dionysios yazısı ilginç:
‘Dinsel
törenler, İdalı tanrıçanın törenleri misali, bilicilerin önerisiyle getirilmiş
bile olsa, kent bunları kendi geleneklerine göre değerlendirerek bütün
safsataları reddetmiştir. Valiler tanrıça için her yıl Roma kanunlarına göre
kurban törenleri ve oyunlar düzenler. Törende tanrıçanın rahipleri olarak
Phrygialı bir erkek ile bir kadın görev yapar. Bu rahipler gögüslerine betimler
takar, taraftarları için flütle Ana Tanrıça ilahileri çalıp, teflerine vura
vura tanrıçayı kentte dolaştırarak kendi geleneklerine göre tanrıça adına
sadaka dilenirler. Oysa kanuna ve Senato’nun kararına göre, hiçbir Romalı allı
pullu giysiler içinde flüt çalıp sadaka dilenerek kentte dolaşamaz, tanrıçanın
Phrygia usulündeki cümbüşlü ayinlerine katılamaz. Bu kent kendininkiler
dışındaki dinsel gelenekler konusunda çok dikkatlidir; uygunsuz davranışların
tümünü uğursuz sayar.’
Roma’da Phrygialı Gallusların rengarek motiflerle bezenmiş
giysisinin Romalıların genellikle tek renkli olan sade tunik ve togalarıyla ne
kadar çarpıcı bir zıtlık oluşturabileceğini düşünebiliriz. Ayrıca göğüse
takılan tanrı betimlerinin Küçük Asya’da da kullanıldığı arkeolojik
kalıntılardan tespit edilmiştir.
Tanrıçanın Phrygialı kökenli sanılan özelliklerinin Yunan kökenli olma olasılığı daha yüksektir. Anadolu’da ne tanrıçanın heykelini taşıyan tören alaylarına ne de sadaka toplama geleneğine ilişkin bir kanıt vardır, buna karşın bunların her ikisi de tanrıçanın Yunan kültünde mevcuttur. Dionysios’a göre Magna Mater törenlerinin sakin ve kontrollü tarafı Roma kültürünün ürünüydü, gürültülü ve renkli yönleriyse ise uygunsuz ve bayağı idi, dolayısıyla Roma’ya ait değildi.
Resim 58 - Roma’daki bir Gallos heykeli. MS 2. yüzyıl. Roma Capitoline Müzesi.
Resim 59 - Roma’da Gallusların başı Archiggallus
Magna Mater, Aeneis efsanesinde
baştan sona önemli bir karakterdir. Troia’nın yağmalanışı sırasında tanrıçanın
İda Dağı’ndaki ışığı, abluka altındaki Troialılar için umutlu yarınların ilk
işareti olur. Aeneis’ın karısı Kreusa’ya Troia’da kalıp, ölümün eliyle
Yunanlılara köle olmaktan kurtulmasını buyuran odur.
Vergilius’un şiirinde, Magna
Mater eskiden beri sürdürdüğü devletin koruyucusu rolünün ötesine geçer. O,
asıl yurdu İda olan bir tanrıça olarak, Roma’nın İda Dağı’nda doğmuş yüce
kahramanının doğal destekçisidir.
Augustus çağı ideolojisinde ise tanrıça ile kahraman Aeneis’in izledikleri yollar birbirine daha yakın çizgiye gelir. Her ikisinin de asıl yurdu Asya idi, o çevrede belli ölçüde tanınmışlar, ama güçlerini ortaya koyup Roma’yı büyük bir kent yapmak için İtalya’ya gelmişlerdi.
Magna Mater sadece Roma’nın soylu
geçmişi ile şanlı geleceğinin temsilcisi değildi, aynı zamanda erkekleri yoldan
çıkaran ve mahveden bir tanrıçaydı. Çevresinde kadınsı hadımlar bulunan bir
tanrıça olarak, erkeğin kendi cinselliği hakkında kuşkularını, hatta korkusunu
temsil ediyordu. Bu cinsel imajı
tanrıçanın kendisi değil, Galluslar sergiler. Alaycı bir biçimde yarı-adam,
hadım diye tanımlanmalarına karşın, Galluslar, Geç Cumhuriyet ve İmparatorluk
Roma’sında giderek göze çarpar hale gelmiş gibi görünüyor. Ne var ki haklarında
çok az şey biliyoruz. Kökenleri, geçmişleri ya da aile ilişkilerine dair
güvenilir bir bilgimiz yok. Yalnız Gallusların Roma yurttaşı olmadığını
biliyoruz.
Romalıların, Gallusları
aşağıladığı açıkça görülüyor. Galluslar kendilerini hadım etmekle kalmayıp
kadınsı tavırlar ve giysileriyle yapay kadınlıklarını vurguladıkları için, tiz
sesleri, uzun ve dağınık saçları, allı pullu giysileriyle toplum içerisinde
hemen seçiliyorlardı. Bu kadınsı
görünüm, bunların ahlaksız davranışlar içinde olduğunu kanısını
güçlendiriyordu. Hadım edildikleri için çocuk yapma olanakları yoktu, ama bu
durumları cinsel arzularını dizginlemiş ya da onları hem kadınlarla hem de
erkeklerle erotik ilişkiler kurmaktan alıkoymuş gibi görünmüyor. Galluslar
birçok kaynakta, saygın insanları telaşa düşüren, alışılmamış cinsel eylemler
yapan kişiler olarak tanımlanırlar.
Galluslar çekingen bir evli kadın
için evlilik dışı ilişki kurmaya uygun kişilerdi; gerçek bir erkek gizlisi
saklısı olmayan bir fahişeyi tercih ederdi. Gerçekten özellikle kadınlar
Gallusların cazibesine kapılmaya yatkın sayılmışlar; Gallusların kısır oluşu
belki de evlilik dışı ilişkiler için onları kadınların gözde seçeneği haline
getirmişti.
Şiir ve tragedyalarda nasıl Magna
Mater Roma’ya gelerek kaderini gerçekleştirdiyse, Aeneas da Phrygialı (yani
Troialı) geçmişine ait giyim kuşamı bir kenara bırakıp, Latin olacaktır.
Kaderini gerçekleştirip Roma’nın atası olmak için Doğu’ya özgü kadınsılıktan
arınacaktır. Hem Dionysios’a hem de Vergilius’a göre iyi bir Romalı kendini
Roma devletinin İdalı Büyük Anasına adamalı, ama yabancı Galluslardan
kaçınmalıdır.
Magna Mater kültünün, resmi kabule göre devlet kültleri grubunun içinde yer almakla birlikte, toplumca uygun sayılan davranış ölçülerinin dışında kalması, insanlara yasak ve heyecan verici erotik bir deneyim yaşama şansı veriyordu. Külte katılan erkek, Roma’nın en kutsal tapınma yerlerinden birinde travestilik ve biseksüellikle oyalanabiliyor, duygularını özgür bırakabiliyordu.
Geç Cumhuriyet ve Erken İmparatorluk Dönemi Anıtlar ve Dinsel
Törenler
MÖ ve MS 1. yüzyıllara ait yazınsal kaynaklar çok fazla olmasına karşın arkeolojik anıtlar o kadar zengin değildir. Magna Mater’in Roma’daki betimlerinin çoğu, tanrıçanın sol elinde tef, yanında bir aslanla birlikte tahtta oturan olgun bir kadın olarak gösterildiği standart Yunan ikonorafisini izler. Dönemin en tanınanı Palatinus tepesindeki üçüncü Magna Mater tapınağıdır. Augustus, tapınağın yeniden yapım işini bizzat üstlenerek bu tapınağı MS 3’te yanan ikinci tapınaktan daha özenli bir biçimde inşa ettirmiştir. Tapınak, Augustus ile Livia’nın evine bitişikti. İmparatorun Roma’nın en önemli tapınaklarından birine bu kadar yakın olması, kuşkusuz külte duyduğu ilgiyi güçlendirirdi. İmparatorun tanrıçayla özel ilişkisinin daha çarpıcı bir kanıtı ise J.Paul Getty müzesindeki bir portre heykelinde görüyoruz. Standart bir Magna Mater pozundaki bu oturan heykelin başı İmparatoriçe Livia’nın başıdır.
Bir başka önemli buluntu,
Capitolini Müzesi’nde saklanan mermer bir adak kabartmasıdır (Resim 60). Bu
kabartmada Claudia Quinta figürü görülür. Sağ tarafta görülen Claudia’nın Vesta
Bakiresi kostümü giyer ve sağ elinde ucu gemiye bağlı bir halat vardır. Gemide
oturan figür ise hiç kuşkusuz Magna Mater’in heykelidir. Aştar’ın ön yüzünde
Tanrıça Cybele’nin Roma’ya gemi ile getirilişi işlenmişti. Arka yüzünde 2 flüt,
sağ tarafta Tanrıların alameti olan asa ve zil, sol tarafta Frig başlığı
resmedilmişti. Tüm kabartmalar Cybele’nin Frig geçmişini ve Attis ile olan
ilişkisini gösteriyordu.
Resim 60 - Roma’da Cybele anısına yapılan tapınaktaki adak.
Cumhuriyet döneminde bir süre sonra bu inanç Romalılara yasaklandı. Halka çok çekici gelen bu inanç’a İmparatorluk zamanında yeniden izin verildi. Rahipleri itibar kazandı ve örgütlendi. Büyük kentlerde “Archigallicus-Başrahiplik” makamları kuruldu. Bunların temsilcisi “quindecemvir’ler denilen onbeş kişilik din büyükleri konseyi içinde yer aldı; İmparator da en yüksek din temsilcisi olarak bu konseye başkanlık etti.
Augustus, kendi azatlıları olan
liberti arasından seçilen rahipleri kült yöneticisi atayarak kültü daha
yakından denetledi. Böylece Magna Mater şenliklerine sadece özgür doğmuş olan
Roma yurttaşlarının katılabildiği eski uygulamanın dışına çıkılmış oldu.
İmparator Claudius kültü desteklemiş ve iffetli atası Claudia’nın dindarlığıyla
gurur duymuştu. Claudius’un saltanatı sırasında Attis resmen Roma panteonuna
kabul edilmiş, Roma yurttaşlarının onun rahiplerine katılmalarına izin
verilmiş. Attis için Hilaria denilen bir bayram düzenlendi. Bu şenlikler 15-27
Mart tarihleri arasında kutlanırdı.
Roma’da Cybele Festivali
İmparator Claudius döneminde
Cybele kültü resmi din haline gelmişti. Cybele’nin festivali, her yıl 15-27
Mart tarihleri arasında yapılırdı. Bu bayrama Megalesia ya da Megalensia
denirdi. Kutlamak için atletik oyunlar yapılırdı.
Megalesia bayramının birinci
bölümüne yani mart ayının on beşinci gününe Canna intrat denirdi. Altı yaşında
bir boğa dağda başrahip tarafından tanrıya kurban edilirdi. Alaydakiler tören
yerine kamışlar ya da bataklık sazları taşırdı. Çünkü Attis, Frigya’da Gallus
(Sakarya ırmağı) ırmağının kıyısına sazlık bataklık alana bırakılmıştı. Bu
ritüelde Attis'i Cybele'nin bulmasını sembolize ediyor. 22 Mart’taki törene
Arbor intrat deniyordu. Bu günde, efsanelere göre Attis'in kendisini altında
sakatladığı kutsal çam ağacının bir örneği Dendrophori (ağaç taşıyıcılar) alayı
tarafından tanrıçanın Palatinus'daki tapınağına taşınırdı. Aslında ölü Attis'i
sembolize eden çam ağacının gövdesi ise yün bantlarla sarılır ve dallarına
taçlı dağ laleleri asılırdı. Bu da efsanelerde Attis'in vücudunun kendisini
seven İa tarafından yünlerle örtülmesini ve Büyük Ana Tanrıçanın çam ağacını
Attis'in toprağa düşen kanından çıkmış olan taçlı dağ laleleri süslemesini
anımsatıyordu.
Festivalin üçüncü günü 24
Mart'taki Dies Sanguinis veya Sanguem denilen yas ve perhiz günü idi. Bugün
esnasında, inananlar tanrıçanın Attis'in kaybından duyduğu acısını taklit
ederek acı acı ağlar ve oruç tutarlardı. Bu arada başrahip (Archigallos) ve
rahipler(Gallos) de Frigya çalgıları eşliğinde çılgınca danslar ve etki edici
bağırışlar ile kendilerinden geçerek vücutlarını döver, etlerini keserlerdi.
Bazen coşkunun en yoğun olduğu anda, bir adam ortaya çıkar taş bıçakla kendini
Attis gibi hadım eder Gallos olurdu. Bugünde ayrıca Taurobolium töreni
yapılırdı. Demirden yapılmış büyük bir ızgaranın üzerinde bir boğa kesilirken,
kanları ızgaranın altında duran bir adamın üzerine dökülürdü. O adam Roma
devletini simgelerdi.
Ertesi gün, yani 25 Mart sevinç
ve şenlik günü idi. Hilaria diye isimlendirilen günde, Attis'in ilkbahar ile
birlikte ölüm uykusundan uyanmış ve dirilmiş olmasından duyulan genel sevinç,
aşırıya kaçan eğlenceler ve lükse varan ziyafetlerle kutlanırdı. Gece ve gündüz
eşit olduktan sonra günler uzamaya başlardı.
Ertesi günkü dinlenmeden sonra
(Requietio) 27 Mart’ta tanrıçanın heykeli, başında Quindecemvir'lerin bulunduğu
bir alay içinde Roma dışındaki Tiber'e dökülen Almo deresine götürülür ve orada
yıkanırdı. O gün Lavatio diye adlandırılmıştı.
Resim 61 - Taurobolium töreni
Bunlardan başka, senelik
festivalin parçası olmayan ve fakat büyük önemi olan bir ayin de Taurobolium
(Boğa kurbanı Resim 61) ve bunun değişik biçimi olan Criobolium (Koç kurbanı)
idi. Seremoninin ortaya çıkışı, MS 105 senesine ait Pergamum'dan ele geçen bir
yazıtta ilk kez görünür.
Roma çağı yapıtlarında geçen tanrıça ile ilgili kayıtlar, gerek tanrıçanın özellikleri gerekse tapınımının Frigya kökenine açıkça işaret etmektedirler. Çünkü, herşeyden önce, Sangarios (Sakarya) nehrine katılan Gallos (Göksu / Gökçesu) deresinin adını Cybele rahiplerinin adı ile aynı kökten olması, tanrıça Cybele'nin kökeninin Frigyalı olduğuna şüphe bırakmamaktadır
Magna Mater’in Roma toplumu içerisindeki durumu
Magna Mater’in hoşa gitmeyen yabancı öğeleri özellikle Attis efsanesi ve Galluslar zamanla daha şiddetli bir biçimde eleştirilirken, Roma öğeleri, özellikle Claudia Quinta öyküsü gittikçe abartılarak fantastik bir hale sokuldu. Roma ile tanrıça arasındaki bağlar zayıflamadı. Magna Mater yurtseverlikle ilgili bir tanrıçaydı. O devletin Ana’sıydı ve devletin en önemli tanrısı Jupiter’in annesiydi (Resim 62).
Yunan politikasının belli başlı
kişiliklerinin hiçbirinin Meter’le yakın bir ilişkisi yoktu. Metroon’un
Agora’da merkezi bir yer işgal ettiği Atina’da bile Perikles, Lykurgos ve
Phaleronlu Demetrios gibi adamlar Meter’e pek ilgi göstermemişlerdi. Roma’daki
durum ise bunun tam tersidir: Tanınmış kişilerin tümü Magna Mater’le
ilişkilerinin reklamını yapmışlardır.
Resim 62 - Magna Mater, Museo Palatino Roma. Sağ ayağı inananları tarafından çok fazla öpülmekten birkaç kez değiştirilmek zorunda kalınmış. Sağ ayak öpme ritüeli daha sonra Katoliklere geçmiştir. Bazı Hıristiyan aziz heykellerinin sağ ayaklarının üstü öpülmekten aşınmasın diye bakır metal ile kapatılmıştır.
Roma’da bir devlet tanrıçası
durumunda olsa da Yunan dünyasında Ana Tanrıça aslında bireysel kült
tanrıçasıydı. Atina’da ve İonia’daki bazı Yunan kentlerinde yasaların
koruyucusu konumunda olmasına rağmen kent devletini belirleyen ve koruyan bir
tanrıça değildi. Tanrıçanın esrime ayinleri ve hadım rahipler gibi, Anadolu ve
Yunanistan’da gizemli kalmış olan birçok yön, Roma’da halka açık törenler
haline geldi ve bir bakıma kamu denetimine tabi tutularak nitelikleri değişti.
Yunan dünyasında, özellikle
yüksek tempolu, çoşkulu müzik ve dansla yaratılan esrimeyle, tanrıyla iletişim
kurmaya açık bir ruh haline girilmesi amaçlanırdı. Bu besbelli bireysel bir
etkinlikti ve seyirci için değil, katılımcı için tasarlanmıştı. Bu tür
etkinlikler gizliydi ve halkın önünde nadiren gerçekleştirilirdi. Roma’da ise
her şey açıkta gerçekleşiyordu. Bu ayinler, sadece izleyici konumunda olan Roma
halkına şaşırtıcı bir gösteri gibi görünmüş olmalı. Hadım rahiplerin durumu da
ilginçtir. Bu rahiplerin doğu kökenli olduğu iddia edilmesine karşın, hadım
olma adedi eski Akdeniz dünyasının diğer bölgelerinden ziyade Roma’da
saptanmıştır.
Ana Tanrıça kültünün sadece
Roma’ya özgü olan bir yönü, bereketin şiddetle vurgulanmasıdır. Ne Anadolu’nun
ne de Yunanlıların Ana Tanrıçası bir bereket tanrıçasıydı ama Romalılara göre
hu özellik Magna Mater’in karakterinin ayrılmaz bir parçasıydı.
Anadolu’da hadım etme adetiyle
ilgili bulgular seyrek ve belirsizdir. Anlaşılan bu adet sadece rahip sınıfı
içindeki seçkin bir tabaka tarafından uygulanıyordu ve belki de bir cinsel
namusluluk yöntemi olarak doğmuştu. Gallusların Küçük Asya’daki birkaç yerde
görüldüğü Hellenistik döneme dek, Yunan dünyasında hadım etme adetine ilişkin
bir kanıta rastlanmaz. Roma’daki kanıtlar ise tam tersine hadım rahiplerin
Roma’da alışılmış bir görüntü olduğunu gösteriyor. Kültün korunması altında
olmaları bunların sayısının artmasına yol açmış olabilir, çünkü rahiplik
müessesesi transseksüelleri, travestileri ve toplum dışına itilen başka
kişileri bir mıknatıs gibi çekiyordu.
Roma’da hadım kölelerin evlerde ve saraylarda kullanılması yaygındı. Yalnız hadımlardan oluşan bu özel grubun önemli bir devlet kültünde kutsal bir mevkiye sahip olması ve bu mevkinin Galluslara dokunulmazlık kazandırarak onları kölelerden esirgenen sosyal bir konuma ulaştırmış olması Romalıların kolayca kabul edebileceği bir şey değildi. Bu grubun konumu, Romalıların hiyerarşi anlayışına uymuyordu. Roma’da erkeklerin kadınlardan, özgür doğmuş Roma yurttaşlarının köleler ve yabancılardan üstün olduğu düşünülürdü.
Roma Tanrıçası Yeniden Anadolu'da
MS ilk ve ikinci yüzyıllarda Ana Tanrıça kültünde iki farklı
eğilim görüyoruz: Tanrıçanın kentlerin ve kırsal bölgenin koruyucusu olması.
Resim 63 - Kyzikos’tan, Soterides tarafından adanan Meter adak kabartması MÖ 1. yüzyıl Paris Louvre Müzesi.
Kyzikos’ta bulunan ve Soterides
adında bir tarafından adanmış olan MÖ 46 yılından kalma yazıtlı bir kabartmada
Meter kültünün bir hadım rahibiyle karşılaşıyoruz (Resim 63). Meter’den bir
savaş sırasında korsanlara esir düşmüş arkadaşı Markos’a yardım etmesini
dileyen Soterides yazıtta kendisini Gallos olarak tanıtır. Kadınsı giysiler de
bu durumu destekler.
Aizanoi’daki(Çavdarhisar Kütahya)
Zeus kutsal alanında Meter kültü önemli bir rol oynamıştır.Yerel söylence
geleneğine göre, Zeus, yakındaki Steunos mağarasında doğmuş, çoktan beri
Rhea’yla özdeşleşmiş olan Meter de Zeus’un anası kabul edilmiştir.
Özetle, Meter kültü MS ilk
yüzyıllarda Anadolu’daki gelişimini sürdürdü. Neredeyse her topluluğun kendine
ait bir Meter tapınağı vardı ve genellikle yöresel adla anılıyordu. Tanrıça
bölgedeki kent merkezlerinde de varlığını sürdürdü, ama asıl meskeni hala
dağlar ve kır tapınaklarıydı. Tanrıçanın kültünün en önemli kült olduğu
saptanmış kent çok azdır.
Aizanoi’daki Zeus Tapınağı (Resim 64), ırmağın batı kıyısına yakın, etrafı sütunlu galerilerle çevrili 130,5x112 m. boyutlarındaki alanın ortasında, bir podyum üzerine kuruludur. 8X15 ölçülerinde 120 adet İon ve 4 adet Korinti üslubunda sütunlarla dipteras planlı olarak inşa edilmiştir. Frig tanrıçası Meter Steunene'ye adanmış olan yer altı cellasına inen ve çatıya ulaşan bir merdiveni bulunmaktadır. Anadolu'daki en iyi koruna gelmiş İon düzenindeki tapınaklardan biri olan yapının bezemelerinden özellikle akroterleri ilgi çekicidir. Batı alınlığında orta akroter akant dalları ve yaprakları arasında tanrıça Kybele'nin büstüyle bezenmiştir. Doğu alınlık akroterindeyse Zeus büstü bulunmaktadır. Dor sütunlu avlusu ve agorasıyla MS 117-138 yılları arasında yapılmış tapınağın ön galeri duvarlarında; Roma İmparatoru Hadrian'i ve Aizanoi için önemli hizmetler görmüş Apuleius'u öven yazıtlar yer almaktadır.
Resim 64 - Aizanoi(Çavdarhisar Kütahya) Zeus ve Meter tapınağı MS 2. yüzyıl. Aizanoi kenti, antik Frigya'ya bağlı olarak yaşayan Aizanitis’lerin ana yerleşim merkeziydi.