6. KYBELE ROMA'DA

Kybele (Cybele) kültü, Kartaca tehlikesine karşı uğur getirmesinden olacak, Romalılarda daha çok itibar görmüştür. İnsanların kaderlerini belirleyen, onları kötülüklerden uzak tutan göklerin, yeryüzünün, denizlerin egemeni, madenlerin koruyucusu nitelikleri olduğuna inanılmıştır. Bacchus (Dionysos olarak da bilinir) kültü ile benzer özellikler gösterir (Resim 51).

Resim 51 - Kybele ve Attis aslanların çektiği arabada etrafında dans eden corybantes’ler – Parabaigo tabağından detay gümüş MS 200-400 Milan’da bulunmuş

 Magna Mater’in Anadolu’dan Roma’ya getirilişi

MÖ 205 yılında, gökten sık sık taş yağması nedeniyle körüklenen bir dindarlık dalgası, Romalıları Sibylla Kitapları’na başvurmaya yöneltir. Sibylla kitapları antik dönemden beri Yunanlılar ve Romalıların başları sıkıştığında başvurdukları kehanet metinleridir. Hıristiyanlık yaygınlaşınca MS 5. yüzyılda yakılarak yok edilmiştir. Ayrıca İkinci Kartaca Savaşı’nın yarattığı baskılar bu dinsel heyecanı kızıştırmıştı. Bazı antik yazarlar bu işi doğrudan Hannibal’ın İtalya’daki varlığına bağlamışlarsa da bu bağlantı olaydan çok sonra kurulmuş olabilir. Livius’un kaydettiğine göre, Sybilla’nın cevabı, Magna Mater Roma’ya getirildiği takdirde yabancı bir düşmanın İtalya’dan çıkartılacağını bildirmek olmuş.

Romalılara tanrıçayı aramaları söylenen yerin neresi olduğu hakkındaki rivayetler çeşitlidir, ama antik kaynakların çoğu Ana Tanrıça’nın Orta Anadolu’daki Phrygia kutsal alanı Pessinus’un adını verir. Ancak Varro, tanrıçanın Pergamon Kenti’nde bulunan Megalesion adlı bir tapınaktan getirildiğini aktarırken, Ovidius, Ana Tanrıça’nın evi olarak, o dönemde Pergamon’un denetimindeki antik Troia kenti yakınındaki İda Dağı’nı gösterir. Romalıların tanrıçayı Pessinus’tan almak için Pergamon kralı I.Attalos’tan yardım istediğini anlatan Livius ise iki rivayeti birleştirmiş gibi gözüküyor. Tanrıçanın heykeli diye bahsi gecen cisim, Pessinus’taki tapınağa gökten düşmüş olan, aslında heykel niteliği taşımayan, tek elde taşınabilecek büyüklükte, (muhtemelen bir göktaşı) siyah bir kutsal taştı.

Resim 52 - Claudia Quinta

Sibylla Kitapları, tanrıçanın Roma’da nasıl karşılanması gerektiğini de bildirmişti. Romalıların, kentin en mükemmel adamını, tanrıçayı karşılamakla görevlendirmeleri gerekiyordu. Seçilen kişi, MÖ 211’de İspanya’da öldürülen Cornelius Scipio Calvus’un oğlu ve ve Romalı General Scipio Africanus’un kuzeni Pablius Cornelius Scipio Nasica oldu. Kendisi o zaman henüz politik kariyerine başlamamış genç bir adamdı. Bu ev sahibinin yanında, Ana Tanrıça, Roma’nın ileri gelen kadınlarından oluşan bir grup, ya da antik belgelerin çoğuna göre, kentin en iffetli kadını tarafından karşılanarak kente götürülecekti. Kaynakların çoğu bu kadının Claudia Quinta (Resim 52) olduğunu kaydeder. Bazen olgun bir kadın, bazen de bir Vesta Bakiresi olarak gösterilen bu kadın da önde gelen bir aileye mensuptu. Arnobius, taşın tek elle tutulabilecek kadar küçük olduğunu belirtir. Bu taş, Magna Mater’in Palatinus’daki tapınağındaki kült heykelinde tanrıçanın yüzü olarak kullanılmış.

Livius’un anlattığına göre, tanrıçanın naklini sağlamak için Pergamon’a elçi olarak yollanan Marcus Valerius Falto, Magna Mater’i Roma’ya getiren geminin Ostia’ya vardığını Senato’da ilan ettiği zaman, Scipio Nasica önderliğindeki halk tanrıçayı karşılamak için Ostia limanına akın etmiş. Livius’un versiyonunda, Scipio gemiye çıkıp siyah taşı alır, sonra onu Romalı kadınlara devreder, kadınlar da tanrıçayı(taşı) Roma’ya, Palatinus’taki Zafer Tapınağı’na götürürler.

Ovidius ise, olayın daha sonraki anlatımların çoğunda rastlanan daha sansasyonel bir öykü aktarır. Ovidius’a göre, Magna Mater’in imgesini taşıyan geminin doğruca Roma’ya getirilmesi kararlaştırılmıştı. Fakat gemi Tiber ırmağı’ndan yukarı çekilirken karaya oturmuş ve bir türlü yerinden oynatılamamış. O anda Claudia Quinta ortaya çıkmış ve ünlü mucize gerçekleşmiş. Ahlaksızlıkla suçlanmış olan Claudia, adına sürülen lekeyi temizlemek ve bakire olduğunu kanıtlamak için Ana Tanrıça’ya yakarmış. Sonra kemerini belinden çözerek, gemiyi çeken halata bağlamış, halata hafifçe asılarak gemiyi yerinden oynatmış ve Roma’ya kadar çekmeyi başarmış. Böylece Sibylla’nın kehanetindeki casta manus’un yani temiz ellerin sahibinin Claudia olduğu kanıtlanmış.

Ovidius’un versiyonunda da Romalılar Ana Tanrıça’yı sevinçle karşılar, kutsal taşı Palatinus tepesindeki Zafer Tapınağı’na yerleştirirler. Bunun hemen ardından tanrıçanın gelişine şölenler ve oyunlar düzenlenerek muhteşem bir kutlama yapılmış. Palatinus’ta Magna Mater için yapılmaya başlanan tapınak Scipio Nasica’nın konsüllüğü sırasında, MÖ 191’de Marcus Iunius Brutus tarafından tamamlanıp hizmete açılmış.

Romalılar Magna Mater’i neden Roma’ya getirmek istediler? Antik yazarların çoğu Magna Mater’in gelişini Romalıların Kartaca ile savaşmasına ve Hannibal’ın MÖ 218’den MÖ 203’e kadar süren seferlerle İtalya’yı istila etmesine bağlarlar. Cicero, Livius ve Appianus gibi bazı yazarlar, Hannibal’ın İtalya’da bulunuşunun yarattığı korkuyla halkın paniğe kapıldığını canlı bir şekilde anlatmış ve tanrıçanın gelişinin verdiği rahatlama duygusunu açıkça belirtmişlerdir. Gerçekçi olmak gerekirse Magna Mater’in gelişinin Kartaca Savaşları’yla pek fazla ilgisi yoktur.

Resim 53 - Aslanların çektiği arabasında oturan Magna Mater’i gösteren tunç heykel grubu. MS 2. Yüzyıl New York Metropolitan Sanat Müzesi.

Romalıların aldığı kült gerçekte nereden gelmişti? Kaynaklara göre burası Pessinus’tur. Ne var ki MÖ 3. yüzyılda Pessinus’un bulunduğu bölge Galatların kontrolündeydi. Livius’a göre Roma heyeti Pergamon kralı I.Attalos’tan yardım istemiş, o da Romalıları Pessinus’a yönlendirerek tanrıçanın nakil işini çözümlemişti. Ancak o dönemde Attalos’un yetki alanının Phrygia içlerine dek uzanması mümkün değil. Bu nedenle Romalıların MÖ 204’te Pessinus’a varıp, oradaki yüksek rahiplerle anlaşmış olması uzak bir ihtimal.

 Anadolu’nun kuzeybatısında İda dağı civarındaki Troia yöresi, Romalılar için önemliydi, çünkü burası efsanevi ataları Aeneas’ın doğum yeriydi. İda aynı zamanda Troia’nın düşmesinden sonra Aeneas ve beraberindekilerin İtalya yolculuğuna başlamadan önce sığındıkları yer idi ve İda Dağı’nın tanrıçası Magna Mater onlara yol göstermişti. Augustus çağı ve sonrasında öne çıkan bu temaya diğer yazarların eserlerinde de rastlanır. Herodianos’da, Romalıların Aeneas soyundan gelmelerine ve akrabalık bağlarına dayanarak Magna Mater’i Phrygialılardan aldıklarını söyleyerek yine bu temayı işler. Aeneas, Troia ve Roma bağlantısı, MÖ 3. yüzyıl sonunda bile bilinen bir bağlantıydı.

Livius ve Ovidius’un ifadeleri, Romalıların Ana Tanrıça’yı gelişigüzel aradığı, Attalos’un bundan yararlanarak onlara kutsal taşı vermiş olabileceği hissini uyandırıyor. Romalılar, soylarının kökeni nedeniyle Troia ile ilişki kurdularsa, yerel Ana Tanrıça’nın aynı zamanda kendi efsanevi atalarının tanrıçası olduğunu keşfettiklerinde, araştırmalarını Pergamon’da noktalamış olabilir.

Eğer Romalılar Pessinus’a gitmedilerse tanrıçanın kültünün Pergamon’da gelme olasılığı yüksektir. Diğer yandan Pergamon topraklarına ilginin artışı ve bu toprakların Roma’nın efsanevi geçmişiyle bağlantısı, Pergamon’un İda Dağı’ndaki tapınağının Romalı Magna Mater’in çıkış yeri olma ihtimalini yükseltiyor. Phrygia’nın merkezindeki ve Yunan dünyasındaki Ana Tanrıça kültü birbirinden farklıydı. Eğer Romalılar kültü Pergamon gibi bir Yunan Kenti’nden aldılarsa, Phrygia kökleriyle pek az ilgisi kalmış, fazlasıyla Yunanlaşmış bir kült ile karşılamayı bekleriz. Roma’daki kanıtlar gerçekten de durumun böyle olduğunu gösteriyor.

Magna Mater’in Roma’daki en önemli tapınağının yeri uzun zamandır biliniyordu. Bu tapınak Palatinus’un güneybatı tarafında, Erken Cumhuriyet dönemine ait Scalae Caci’nin, Zafer Tapınağı’nın yakınındaydı. Palatinus’daki Attis heykelciklerinin sayısı Ana Tanrıça betimlemelerinden fazla olması başlangıçtan beri Attis’in bu kültün önemli bir parçası olduğunu gösterir. Roma’nın Anadolu’yu fethine kadar bir Phrygia yerleşmesinde epigrafik ya da ikonografik olarak Attis adlı bir tanrı saptanmamış olduğundan, Roma’daki Attis kültünün Phrygia’daki bir tapınaktan getirilmiş olması mantıklı değildir.

Palatinus terrakottaları arasındaki simgelerden biri olan kozalak, Roma ile İda Dağı arasındaki bağlantıyı ve Magna Mater’in Aeneas efsanesiyle kaynaştırıldığını gösteriyor. Kozalak, Attis bir çam ağacının altında kendini hadım ettiği için çam ağacının mitolojik gelenekte Attis’in özel simgesi haline geldiğini hatırlatmakla birlikte, bu durum bu simgenin Roma kültündeki varlığını açıklamak için uydurulmuş bir nedene benziyor. Hiçbir yerde çamın bir Phrygia kült simgesi olduğu saptanmadığı gibi, Yunan dünyasında tanrıçayla ya da Attis’le ilgili imgeler arasında çam kozalaklarına rastlanmamıştır.

Şair Ovidius, Fasti adlı eserinde, Magna Mater’i Roma’ya taşıyan geminin, Aeneas’ın Troia’dan kaçtığı gemileri yapmak için kullandığı ağaçlardan, İda Dağı’nın kutsal çamlarından yapıldığını söyler. Ovidius’a göre çam ağacı bu yüzden Aeneas’ın koruyucusu olan Ana Tanrıça’nın kutsal simgesi haline gelmiştir.

Romalılar Magna Mater’e başka özellikler de yüklediler. Cinsellik ve bereket temaları bunlar arasındadır. Üreme ve bereketin vurgulanması sadece insanla değil, tarımla da ilgilidir. Plinius, Magna Mater’in Roma’ya gelişinin ertesi yılında ürünün her zamankinden daha fazla olduğunu söyler. Ovidius’da Claudia efsanesini anlatırken, toprağın Ana Tanrıça’nın gelişinden önceki kısırlığının, onun varlığı sayesinde düzelmiş olabileceğini iddia eder. Bu özellik, hem Phrygia hem de Yunan Ana Meter’in  durumu ile çelişiyor. Anadolu’da ve Yunanistan’da bereket dağıtmakla fazla ilgileri olmayan bu tanrıçalar, vahşi ve ıssız dağlarla bütünleşmiş oldukları için, tarımla ve yerleşim bölgeleriyle doğrudan bağdaşmıyorlardı.

Magna Mater, Cumhuriyet çağında Romalıların kentteki ciddi bir kriz sırasında dışarıdan getirdikleri tanrılardan sadece birisiydi. Romalılar MÖ 3. yüzyıl başında bir veba salgınından kurtulmalarına yardım etmesi için Yunan sağlık tanrısı, Asklepios’u da getirmişlerdi.  MÖ 215’te aşk, güzellik ve bereket tanrıçası Venus Erycina’nın Sicilya’dan Roma’ya aktarılışıyla kente yeni bir tanrı daha gelmiş oldu.

Roma’da Mater Deum Manga İdea Tapınağı

Ana Tanrıça Roma’da, Latince ‘Mater Deum Manga Idea-Tanrı Anası Büyük Fikir’ diye tanımlanan Cybele ‘İda’ kısaltması ile de anılıyor. Romalılar, onu, ayrıca kendi ilkel tanrıçaları Maia (Yunanlılarda Zeus’un aynı isimde sevgilisi var), verimlilik tanrıçası Ops, tahıl tanrıçası Céres ile özdeşleştirdiler.

Ana Tanrıça tapınağının Roma’nın göbeğindeki önemli bir yerde olması ve Cumhuriyet Dönemi’ne ait kutsal yapıların çok yakınında bulunması, Romalıların bu külte büyük saygı gösterdiğini açıkça ifade eder. Magna Mater’in onuruna inşa edilen ilk tapınak, cella ile pronaos’tan oluşan standart bir Roma tapınağı tipindedir. Yüksek bir podyum üzerine inşa edilen yapının ön tarafında büyük olasılıkla Korinth düzeninde olan altı sütun bulunur. Kült heykelinin durduğu platform günümüze kalmıştır. MÖ 204 yılında Ana Tanrıça’nın gelişinden kısa bir süre sonra yapımına başlanan ve MÖ 191’de hizmete açılan tapınak budur (Resim 54-55-56). Tapınağın üst yapısı MÖ 111’deki bir yangın sonucunda ciddi biçimde hasar görmüş ama ikinci tapınak yapılırken mevcut podyumu ve temelleri kullandıkları için ikinci tapınak eski yapının planını izlemiş. Podyumdan meydana inilen merdivenlerin bittiği meydanda kült törenlerinin ayrılmaz bir parçası olan yalaklı büyük bir çeşme bulunuyordu. Basamaklar doğal anfi tiyatro düzeninde oluşturulmuştu ve halk bu merdivenlerden ayakta törenleri, oyunları izliyordu. Meydandaki yalaklı çeşme, tanrıça heykelinin yıkandığını yansıtabilir. Lavatio denilen bu yıkanma töreni İmparatorluk çağında Almo nehrinde yapılıyordu.

Resim 54 - Magna Mater tapınağının inşaatı MÖ 204’de başladı ve ancak MÖ 191’de bitirildi. Tapınak Palatine tepesinin güney batı bölümündeydi ve MÖ Nisan 191’de tanrıçaya adandı. Tapınak iki kez yandı, yeniden yapıldı.

Resim 55 - İmparator Augustus dönemindeki restorasyonda tapınak merdivenlerle çıkılan yüksek bir platformun üzerine inşa edildi.  Ön tarafı Corinthian tarzında alınlık ile birlikte sütunlar üzerinde yükselen bir tapınaktı. Augustus Cybele’ye bağlılığını göstermiş ve eşi Livia’da Cybele ile özdeşleştirilmiştir. Roma’da Cybele kültüne, paganizmin yasaklandığı, Batı Roma İmparatorluğunun çöküş yıllarına kadar tapıldı.

Resim 56 - Palatine tepesinde Cybele tapınağından günümüze kalanlar. Üzerinde ağaçların olduğu yükseltili alan tapınağın içi.

Cybele kültünün en son ve en gelişmiş biçimine Roma’da rastlanır (Resim 57).  Oysa o dönemde Anadolu’da patriyarkel topluma geçiş olduğu için Kybele iyice gözden düşmüştü. Cybele’nin taşı Pessinus’dan alınıp Roma’ya götürüldükten sonra, Cybele’ye Romalılarca Mater Deum Magna yani Tanrıların Büyük Anası denildi. Kendisine, başında taç yerine bir kule taşıdığı için Mater Turitta yani Kuleli Ana derlerdi. Bu nedenle bugün İtalya, tepesi kuleli bir kadın olarak simgelenir. Çoğu heykelde Cybele’nin vahşi doğasını ve gücünü temsil etmek için tanrıça iki aslan ile gösterilmiştir.

Resim 57 - MÖ 1. yüzyıl mermer Magna Mater heykeli, Roma (Carlsberg Glyptotek, Copenhagen).

 Roma’da Rahip Galloslar

Roma’da Magna Mater için ‘Gallos’ adı verilen kadın kılığındaki süslü, takılı hadım rahiplerin yönetiminde, Frigya kökenli müzik araçları (flüt, zil, davul) ile danslı şenlik yapılırdı. Bu şenliklerde galeyana gelip, Şiilerin Muharrem törenlerinde yaptıkları gibi dövünüp kendilerini yaralayanlar olurdu (Resim 58-59).

MÖ 2. yüzyılın sonuna doğru Magna Mater uğruna hadım olan Galloslara karşı, toplumda bir nefret dalgası uyanmaya başlıyor. MÖ 101’de Mater İdaea’nın ayininde kendini hadım eden Servilius Caepio adındaki bir köle Roma’dan sürülmüş ve ömür boyu dönmesi yasaklanmış. İkinci bir olay ise daha ilginç. MÖ 77’de, Genucius adlı bir köleye, Naevius Anius adlı bir azatlıdan bir miras kalmış. Magna Mater rahibi olan Genucius bir hadım imiş ve ne kadın ne erkek olduğu gerekçesiyle mirastan mahrum olmuş. Üstelik iğrenç varlığı ve çirkin sesiyle kutsal mahkemeyi kirletmesin diye, Genucius’un kendi davasında savunma yapmasına bile izin verilmemiş. Romalılar tanrıçaya verdikleri onay, tanrıçanın rahiplerini kapsamıyordu.Bu da toplumda bir çelişki yumağı oluşturmaya başlamıştı.

MÖ 23 yıllarında Halikarnassoslu Dionysios yazısı ilginç:

‘Dinsel törenler, İdalı tanrıçanın törenleri misali, bilicilerin önerisiyle getirilmiş bile olsa, kent bunları kendi geleneklerine göre değerlendirerek bütün safsataları reddetmiştir. Valiler tanrıça için her yıl Roma kanunlarına göre kurban törenleri ve oyunlar düzenler. Törende tanrıçanın rahipleri olarak Phrygialı bir erkek ile bir kadın görev yapar. Bu rahipler gögüslerine betimler takar, taraftarları için flütle Ana Tanrıça ilahileri çalıp, teflerine vura vura tanrıçayı kentte dolaştırarak kendi geleneklerine göre tanrıça adına sadaka dilenirler. Oysa kanuna ve Senato’nun kararına göre, hiçbir Romalı allı pullu giysiler içinde flüt çalıp sadaka dilenerek kentte dolaşamaz, tanrıçanın Phrygia usulündeki cümbüşlü ayinlerine katılamaz. Bu kent kendininkiler dışındaki dinsel gelenekler konusunda çok dikkatlidir; uygunsuz davranışların tümünü uğursuz sayar.’

Roma’da Phrygialı Gallusların rengarek motiflerle bezenmiş giysisinin Romalıların genellikle tek renkli olan sade tunik ve togalarıyla ne kadar çarpıcı bir zıtlık oluşturabileceğini düşünebiliriz. Ayrıca göğüse takılan tanrı betimlerinin Küçük Asya’da da kullanıldığı arkeolojik kalıntılardan tespit edilmiştir.

Tanrıçanın Phrygialı kökenli sanılan özelliklerinin Yunan kökenli olma olasılığı daha yüksektir. Anadolu’da ne tanrıçanın heykelini taşıyan tören alaylarına ne de sadaka toplama geleneğine ilişkin bir kanıt vardır, buna karşın bunların her ikisi de tanrıçanın Yunan kültünde mevcuttur. Dionysios’a göre Magna Mater törenlerinin sakin ve kontrollü tarafı Roma kültürünün ürünüydü, gürültülü ve renkli yönleriyse ise uygunsuz ve bayağı idi, dolayısıyla Roma’ya ait değildi.

Resim 58 - Roma’daki bir Gallos heykeli. MS 2. yüzyıl. Roma Capitoline Müzesi.

Ana Tanrıça nasıl yeryüzünde duramazsa, Magna Mater de toprakta duramayacağı için el üstünde taşınır. Kent sokaklarında yapılan bir resmi geçit olan bu törende, aslanlar koşulu arabasında oturan tanrıça heykeli Ana Tanrıça’nın hadım rahipleri Galloslar tarafından taşınırmış. Tanrıçanın arabasını çeken vahşi aslanlar, asi çocukların ana-baba terbiyesiyle yatışabileceğini simgeler. Hadım edilmiş Galloslar, ana-babalarına nankörlük edenlerin çocuk sahibi olmayı hak etmediğine ilişkin bir uyarıdır. Bu yüzden Ana Tanrıça kültü aile bağlarını ve evlatların bağlılık duygularını güçlendirir.

Resim 59 - Roma’da Gallusların başı Archiggallus

Magna Mater, Aeneis efsanesinde baştan sona önemli bir karakterdir. Troia’nın yağmalanışı sırasında tanrıçanın İda Dağı’ndaki ışığı, abluka altındaki Troialılar için umutlu yarınların ilk işareti olur. Aeneis’ın karısı Kreusa’ya Troia’da kalıp, ölümün eliyle Yunanlılara köle olmaktan kurtulmasını buyuran odur.

Vergilius’un şiirinde, Magna Mater eskiden beri sürdürdüğü devletin koruyucusu rolünün ötesine geçer. O, asıl yurdu İda olan bir tanrıça olarak, Roma’nın İda Dağı’nda doğmuş yüce kahramanının doğal destekçisidir.

Augustus çağı ideolojisinde ise tanrıça ile kahraman Aeneis’in izledikleri yollar birbirine daha yakın çizgiye gelir. Her ikisinin de asıl yurdu Asya idi, o çevrede belli ölçüde tanınmışlar, ama güçlerini ortaya koyup Roma’yı büyük bir kent yapmak için İtalya’ya gelmişlerdi.

Magna Mater sadece Roma’nın soylu geçmişi ile şanlı geleceğinin temsilcisi değildi, aynı zamanda erkekleri yoldan çıkaran ve mahveden bir tanrıçaydı. Çevresinde kadınsı hadımlar bulunan bir tanrıça olarak, erkeğin kendi cinselliği hakkında kuşkularını, hatta korkusunu temsil ediyordu.  Bu cinsel imajı tanrıçanın kendisi değil, Galluslar sergiler. Alaycı bir biçimde yarı-adam, hadım diye tanımlanmalarına karşın, Galluslar, Geç Cumhuriyet ve İmparatorluk Roma’sında giderek göze çarpar hale gelmiş gibi görünüyor. Ne var ki haklarında çok az şey biliyoruz. Kökenleri, geçmişleri ya da aile ilişkilerine dair güvenilir bir bilgimiz yok. Yalnız Gallusların Roma yurttaşı olmadığını biliyoruz.

Romalıların, Gallusları aşağıladığı açıkça görülüyor. Galluslar kendilerini hadım etmekle kalmayıp kadınsı tavırlar ve giysileriyle yapay kadınlıklarını vurguladıkları için, tiz sesleri, uzun ve dağınık saçları, allı pullu giysileriyle toplum içerisinde hemen seçiliyorlardı.  Bu kadınsı görünüm, bunların ahlaksız davranışlar içinde olduğunu kanısını güçlendiriyordu. Hadım edildikleri için çocuk yapma olanakları yoktu, ama bu durumları cinsel arzularını dizginlemiş ya da onları hem kadınlarla hem de erkeklerle erotik ilişkiler kurmaktan alıkoymuş gibi görünmüyor. Galluslar birçok kaynakta, saygın insanları telaşa düşüren, alışılmamış cinsel eylemler yapan kişiler olarak tanımlanırlar.

Galluslar çekingen bir evli kadın için evlilik dışı ilişki kurmaya uygun kişilerdi; gerçek bir erkek gizlisi saklısı olmayan bir fahişeyi tercih ederdi. Gerçekten özellikle kadınlar Gallusların cazibesine kapılmaya yatkın sayılmışlar; Gallusların kısır oluşu belki de evlilik dışı ilişkiler için onları kadınların gözde seçeneği haline getirmişti.

Şiir ve tragedyalarda nasıl Magna Mater Roma’ya gelerek kaderini gerçekleştirdiyse, Aeneas da Phrygialı (yani Troialı) geçmişine ait giyim kuşamı bir kenara bırakıp, Latin olacaktır. Kaderini gerçekleştirip Roma’nın atası olmak için Doğu’ya özgü kadınsılıktan arınacaktır. Hem Dionysios’a hem de Vergilius’a göre iyi bir Romalı kendini Roma devletinin İdalı Büyük Anasına adamalı, ama yabancı Galluslardan kaçınmalıdır.

Magna Mater kültünün, resmi kabule göre devlet kültleri grubunun içinde yer almakla birlikte, toplumca uygun sayılan davranış ölçülerinin dışında kalması, insanlara yasak ve heyecan verici erotik bir deneyim yaşama şansı veriyordu. Külte katılan erkek, Roma’nın en kutsal tapınma yerlerinden birinde travestilik ve biseksüellikle oyalanabiliyor, duygularını özgür bırakabiliyordu.   

Geç Cumhuriyet ve Erken İmparatorluk Dönemi Anıtlar ve Dinsel Törenler

MÖ ve MS 1. yüzyıllara ait yazınsal kaynaklar çok fazla olmasına karşın arkeolojik anıtlar o kadar zengin değildir. Magna Mater’in Roma’daki betimlerinin çoğu, tanrıçanın sol elinde tef, yanında bir aslanla birlikte tahtta oturan olgun bir kadın olarak gösterildiği standart Yunan ikonorafisini izler. Dönemin en tanınanı Palatinus tepesindeki üçüncü Magna Mater tapınağıdır. Augustus, tapınağın yeniden yapım işini bizzat üstlenerek bu tapınağı MS 3’te yanan ikinci tapınaktan daha özenli bir biçimde inşa ettirmiştir. Tapınak, Augustus ile Livia’nın evine bitişikti. İmparatorun Roma’nın en önemli tapınaklarından birine bu kadar yakın olması, kuşkusuz külte duyduğu ilgiyi güçlendirirdi. İmparatorun tanrıçayla özel ilişkisinin daha çarpıcı bir kanıtı ise J.Paul Getty müzesindeki bir portre heykelinde görüyoruz. Standart bir Magna Mater pozundaki bu oturan heykelin başı İmparatoriçe Livia’nın başıdır.

Bir başka önemli buluntu, Capitolini Müzesi’nde saklanan mermer bir adak kabartmasıdır (Resim 60). Bu kabartmada Claudia Quinta figürü görülür. Sağ tarafta görülen Claudia’nın Vesta Bakiresi kostümü giyer ve sağ elinde ucu gemiye bağlı bir halat vardır. Gemide oturan figür ise hiç kuşkusuz Magna Mater’in heykelidir. Aştar’ın ön yüzünde Tanrıça Cybele’nin Roma’ya gemi ile getirilişi işlenmişti. Arka yüzünde 2 flüt, sağ tarafta Tanrıların alameti olan asa ve zil, sol tarafta Frig başlığı resmedilmişti. Tüm kabartmalar Cybele’nin Frig geçmişini ve Attis ile olan ilişkisini gösteriyordu.

Resim 60 - Roma’da Cybele anısına yapılan tapınaktaki adak.

Cumhuriyet döneminde bir süre sonra bu inanç Romalılara yasaklandı. Halka çok çekici gelen bu inanç’a İmparatorluk zamanında yeniden izin verildi. Rahipleri itibar kazandı ve örgütlendi. Büyük kentlerde “Archigallicus-Başrahiplik” makamları kuruldu. Bunların temsilcisi “quindecemvir’ler denilen onbeş kişilik din büyükleri konseyi içinde yer aldı; İmparator da en yüksek din temsilcisi olarak bu konseye başkanlık etti.

Augustus, kendi azatlıları olan liberti arasından seçilen rahipleri kült yöneticisi atayarak kültü daha yakından denetledi. Böylece Magna Mater şenliklerine sadece özgür doğmuş olan Roma yurttaşlarının katılabildiği eski uygulamanın dışına çıkılmış oldu. İmparator Claudius kültü desteklemiş ve iffetli atası Claudia’nın dindarlığıyla gurur duymuştu. Claudius’un saltanatı sırasında Attis resmen Roma panteonuna kabul edilmiş, Roma yurttaşlarının onun rahiplerine katılmalarına izin verilmiş. Attis için Hilaria denilen bir bayram düzenlendi. Bu şenlikler 15-27 Mart tarihleri arasında kutlanırdı. 

Roma’da Cybele Festivali

İmparator Claudius döneminde Cybele kültü resmi din haline gelmişti. Cybele’nin festivali, her yıl 15-27 Mart tarihleri arasında yapılırdı. Bu bayrama Megalesia ya da Megalensia denirdi. Kutlamak için atletik oyunlar yapılırdı.

Megalesia bayramının birinci bölümüne yani mart ayının on beşinci gününe Canna intrat denirdi. Altı yaşında bir boğa dağda başrahip tarafından tanrıya kurban edilirdi. Alaydakiler tören yerine kamışlar ya da bataklık sazları taşırdı. Çünkü Attis, Frigya’da Gallus (Sakarya ırmağı) ırmağının kıyısına sazlık bataklık alana bırakılmıştı. Bu ritüelde Attis'i Cybele'nin bulmasını sembolize ediyor. 22 Mart’taki törene Arbor intrat deniyordu. Bu günde, efsanelere göre Attis'in kendisini altında sakatladığı kutsal çam ağacının bir örneği Dendrophori (ağaç taşıyıcılar) alayı tarafından tanrıçanın Palatinus'daki tapınağına taşınırdı. Aslında ölü Attis'i sembolize eden çam ağacının gövdesi ise yün bantlarla sarılır ve dallarına taçlı dağ laleleri asılırdı. Bu da efsanelerde Attis'in vücudunun kendisini seven İa tarafından yünlerle örtülmesini ve Büyük Ana Tanrıçanın çam ağacını Attis'in toprağa düşen kanından çıkmış olan taçlı dağ laleleri süslemesini anımsatıyordu.

Festivalin üçüncü günü 24 Mart'taki Dies Sanguinis veya Sanguem denilen yas ve perhiz günü idi. Bugün esnasında, inananlar tanrıçanın Attis'in kaybından duyduğu acısını taklit ederek acı acı ağlar ve oruç tutarlardı. Bu arada başrahip (Archigallos) ve rahipler(Gallos) de Frigya çalgıları eşliğinde çılgınca danslar ve etki edici bağırışlar ile kendilerinden geçerek vücutlarını döver, etlerini keserlerdi. Bazen coşkunun en yoğun olduğu anda, bir adam ortaya çıkar taş bıçakla kendini Attis gibi hadım eder Gallos olurdu. Bugünde ayrıca Taurobolium töreni yapılırdı. Demirden yapılmış büyük bir ızgaranın üzerinde bir boğa kesilirken, kanları ızgaranın altında duran bir adamın üzerine dökülürdü. O adam Roma devletini simgelerdi.

Ertesi gün, yani 25 Mart sevinç ve şenlik günü idi. Hilaria diye isimlendirilen günde, Attis'in ilkbahar ile birlikte ölüm uykusundan uyanmış ve dirilmiş olmasından duyulan genel sevinç, aşırıya kaçan eğlenceler ve lükse varan ziyafetlerle kutlanırdı. Gece ve gündüz eşit olduktan sonra günler uzamaya başlardı.

Ertesi günkü dinlenmeden sonra (Requietio) 27 Mart’ta tanrıçanın heykeli, başında Quindecemvir'lerin bulunduğu bir alay içinde Roma dışındaki Tiber'e dökülen Almo deresine götürülür ve orada yıkanırdı. O gün Lavatio diye adlandırılmıştı.

Resim 61 - Taurobolium töreni

Bunlardan başka, senelik festivalin parçası olmayan ve fakat büyük önemi olan bir ayin de Taurobolium (Boğa kurbanı Resim 61) ve bunun değişik biçimi olan Criobolium (Koç kurbanı) idi. Seremoninin ortaya çıkışı, MS 105 senesine ait Pergamum'dan ele geçen bir yazıtta ilk kez görünür.

Roma çağı yapıtlarında geçen tanrıça ile ilgili kayıtlar, gerek tanrıçanın özellikleri gerekse tapınımının Frigya kökenine açıkça işaret etmektedirler. Çünkü, herşeyden önce, Sangarios (Sakarya) nehrine katılan Gallos (Göksu / Gökçesu) deresinin adını Cybele rahiplerinin adı ile aynı kökten olması, tanrıça Cybele'nin kökeninin Frigyalı olduğuna şüphe bırakmamaktadır

Magna Mater’in Roma toplumu içerisindeki durumu

Magna Mater’in hoşa gitmeyen yabancı öğeleri özellikle Attis efsanesi ve Galluslar zamanla daha şiddetli bir biçimde eleştirilirken, Roma öğeleri, özellikle Claudia Quinta öyküsü gittikçe abartılarak fantastik bir hale sokuldu. Roma ile tanrıça arasındaki bağlar zayıflamadı. Magna Mater yurtseverlikle ilgili bir tanrıçaydı. O devletin Ana’sıydı ve devletin en önemli tanrısı Jupiter’in annesiydi (Resim 62).

Yunan politikasının belli başlı kişiliklerinin hiçbirinin Meter’le yakın bir ilişkisi yoktu. Metroon’un Agora’da merkezi bir yer işgal ettiği Atina’da bile Perikles, Lykurgos ve Phaleronlu Demetrios gibi adamlar Meter’e pek ilgi göstermemişlerdi. Roma’daki durum ise bunun tam tersidir: Tanınmış kişilerin tümü Magna Mater’le ilişkilerinin reklamını yapmışlardır.

Resim 62 - Magna Mater, Museo Palatino Roma. Sağ ayağı inananları tarafından çok fazla öpülmekten birkaç kez değiştirilmek zorunda kalınmış. Sağ ayak öpme ritüeli daha sonra Katoliklere geçmiştir. Bazı Hıristiyan aziz heykellerinin sağ ayaklarının üstü öpülmekten aşınmasın diye bakır metal ile kapatılmıştır.

 

Roma’da bir devlet tanrıçası durumunda olsa da Yunan dünyasında Ana Tanrıça aslında bireysel kült tanrıçasıydı. Atina’da ve İonia’daki bazı Yunan kentlerinde yasaların koruyucusu konumunda olmasına rağmen kent devletini belirleyen ve koruyan bir tanrıça değildi. Tanrıçanın esrime ayinleri ve hadım rahipler gibi, Anadolu ve Yunanistan’da gizemli kalmış olan birçok yön, Roma’da halka açık törenler haline geldi ve bir bakıma kamu denetimine tabi tutularak nitelikleri değişti.

Yunan dünyasında, özellikle yüksek tempolu, çoşkulu müzik ve dansla yaratılan esrimeyle, tanrıyla iletişim kurmaya açık bir ruh haline girilmesi amaçlanırdı. Bu besbelli bireysel bir etkinlikti ve seyirci için değil, katılımcı için tasarlanmıştı. Bu tür etkinlikler gizliydi ve halkın önünde nadiren gerçekleştirilirdi. Roma’da ise her şey açıkta gerçekleşiyordu. Bu ayinler, sadece izleyici konumunda olan Roma halkına şaşırtıcı bir gösteri gibi görünmüş olmalı. Hadım rahiplerin durumu da ilginçtir. Bu rahiplerin doğu kökenli olduğu iddia edilmesine karşın, hadım olma adedi eski Akdeniz dünyasının diğer bölgelerinden ziyade Roma’da saptanmıştır.

Ana Tanrıça kültünün sadece Roma’ya özgü olan bir yönü, bereketin şiddetle vurgulanmasıdır. Ne Anadolu’nun ne de Yunanlıların Ana Tanrıçası bir bereket tanrıçasıydı ama Romalılara göre hu özellik Magna Mater’in karakterinin ayrılmaz bir parçasıydı.

Anadolu’da hadım etme adetiyle ilgili bulgular seyrek ve belirsizdir. Anlaşılan bu adet sadece rahip sınıfı içindeki seçkin bir tabaka tarafından uygulanıyordu ve belki de bir cinsel namusluluk yöntemi olarak doğmuştu. Gallusların Küçük Asya’daki birkaç yerde görüldüğü Hellenistik döneme dek, Yunan dünyasında hadım etme adetine ilişkin bir kanıta rastlanmaz. Roma’daki kanıtlar ise tam tersine hadım rahiplerin Roma’da alışılmış bir görüntü olduğunu gösteriyor. Kültün korunması altında olmaları bunların sayısının artmasına yol açmış olabilir, çünkü rahiplik müessesesi transseksüelleri, travestileri ve toplum dışına itilen başka kişileri bir mıknatıs gibi çekiyordu.

Roma’da hadım kölelerin evlerde ve saraylarda kullanılması yaygındı. Yalnız hadımlardan oluşan bu özel grubun önemli bir devlet kültünde kutsal bir mevkiye sahip olması ve bu mevkinin Galluslara dokunulmazlık kazandırarak onları kölelerden esirgenen sosyal bir konuma ulaştırmış olması Romalıların kolayca kabul edebileceği bir şey değildi. Bu grubun konumu, Romalıların hiyerarşi anlayışına uymuyordu. Roma’da erkeklerin kadınlardan, özgür doğmuş Roma yurttaşlarının köleler ve yabancılardan üstün olduğu düşünülürdü.

Roma Tanrıçası Yeniden Anadolu'da

Romalılar İspanya’da, Galya’da, İngiltere’de, Ren ve Tuna vadilerinde ve Kuzey Afrika’da egemenlik kazandıkça, Magna Mater kültü batı eyaletlerinde de yaşamın bir parçası haline geldi. Bu bölgelerde Magna Mater kültü Roma’dan ithal edilmişti ve Phrygialı kökenlerinden pek iz yoktu. Ana Tanrıça kültü Romalıların yeniden tanımlandığı haliyle sonunda tanrıçanın anayurdu Anadolu’ya bile yayıldı. Tanrıçanın Romalı kişiliğinin anahtar öğesi olan Attis figürü, Asya’da daha etkili bir varlık haline geliyor.

MS ilk ve ikinci yüzyıllarda Ana Tanrıça kültünde iki farklı eğilim görüyoruz: Tanrıçanın kentlerin ve kırsal bölgenin koruyucusu olması.

Resim 63 - Kyzikos’tan, Soterides tarafından adanan Meter adak kabartması MÖ 1. yüzyıl Paris Louvre Müzesi.

Kyzikos’ta bulunan ve Soterides adında bir tarafından adanmış olan MÖ 46 yılından kalma yazıtlı bir kabartmada Meter kültünün bir hadım rahibiyle karşılaşıyoruz (Resim 63). Meter’den bir savaş sırasında korsanlara esir düşmüş arkadaşı Markos’a yardım etmesini dileyen Soterides yazıtta kendisini Gallos olarak tanıtır. Kadınsı giysiler de bu durumu destekler.

Aizanoi’daki(Çavdarhisar Kütahya) Zeus kutsal alanında Meter kültü önemli bir rol oynamıştır.Yerel söylence geleneğine göre, Zeus, yakındaki Steunos mağarasında doğmuş, çoktan beri Rhea’yla özdeşleşmiş olan Meter de Zeus’un anası kabul edilmiştir.

Özetle, Meter kültü MS ilk yüzyıllarda Anadolu’daki gelişimini sürdürdü. Neredeyse her topluluğun kendine ait bir Meter tapınağı vardı ve genellikle yöresel adla anılıyordu. Tanrıça bölgedeki kent merkezlerinde de varlığını sürdürdü, ama asıl meskeni hala dağlar ve kır tapınaklarıydı. Tanrıçanın kültünün en önemli kült olduğu saptanmış kent çok azdır.

Aizanoi’daki Zeus Tapınağı (Resim 64), ırmağın batı kıyısına yakın, etrafı sütunlu galerilerle çevrili 130,5x112 m. boyutlarındaki alanın ortasında, bir podyum üzerine kuruludur. 8X15 ölçülerinde 120 adet İon ve 4 adet Korinti üslubunda sütunlarla dipteras planlı olarak inşa edilmiştir. Frig tanrıçası Meter Steunene'ye adanmış olan yer altı cellasına inen ve çatıya ulaşan bir merdiveni bulunmaktadır. Anadolu'daki en iyi koruna gelmiş İon düzenindeki tapınaklardan biri olan yapının bezemelerinden özellikle akroterleri ilgi çekicidir. Batı alınlığında orta akroter akant dalları ve yaprakları arasında tanrıça Kybele'nin büstüyle bezenmiştir. Doğu alınlık akroterindeyse Zeus büstü bulunmaktadır. Dor sütunlu avlusu ve agorasıyla MS 117-138 yılları arasında yapılmış tapınağın ön galeri duvarlarında; Roma İmparatoru Hadrian'i ve Aizanoi için önemli hizmetler görmüş Apuleius'u öven yazıtlar yer almaktadır.

Resim 64 - Aizanoi(Çavdarhisar Kütahya) Zeus ve Meter tapınağı MS 2. yüzyıl. Aizanoi kenti, antik Frigya'ya bağlı olarak yaşayan Aizanitis’lerin ana yerleşim merkeziydi.

  

Popular posts from this blog

İTHAF

8. KYBELE’YE NE OLDU?

1.KADININ İLKEL TOPLUMLARDAKİ YERİ