7. KYBELE'NİN EŞİ ATTİS
Diodoros’un anlatımında,
Kybele’nin babası Phrygia Kralı Maeon(Meion) ve annesi Dindymene’dir. Doğduğu
zaman babasının Kybelon dağında bıraktığı bu çocuk, leoparlar tarafından
beslenerek mucizevi bir şekilde hayatta kalır ve Kybele adını alır.
Arnobius’un anlatımında;
Kybele
Phrygia’daki Agdos Dağı’nın altında yatmış uyurken, Zeus (Roma döneminde
kahraman Jüpiter olur) onun ırzına geçmek ister. Tanrı amacına ulaşamaz
menisini dışarı akıtmak zorunda kalır. Gebe kalan dağ, Agdistis adında hem dişi
hem de erkek organlarına ve her iki cinsin cinsel dürtülerine sahip olan, vahşi
ve azgın bir yaratık doğurur. Agdistis’in çift cinsiyetli oluşu ve bundan
kaynaklanan şehvet düşkünlüğü tanrılar için bir tehdit oluşturduğundan,
tanrılar onun erkeklik organını keserler. Bunlar toprağa düşer ve toprakta bir
badem ağacı türer. Daha sonra Sangarios’un (Sakarya ırmağı) kızı ağaçtan badem
toplar ve badem den hamile kalıp, çok güzel bir çocuk olan Attis’i doğurur.
Pausanias ise Agdistis ve
Attis’in doğuşunu şöyle anlatmıştır;
‘Zeus bir
gece bir rüya görür ve bunun etkisi ile toprağa boşalır. Bunun sonucunda
Agdistis adında bir hermaphrodite (çift cinsiyetli insan) dünyaya gelir.
Yaptığı azgınlıklar ile tanrıları sinirlendiren Agdistis’i durdurmak için tanrı
Dionysos görevlendirilir. Dionysos, Agdistis’in her gün serinlemek için gittiği
suya şarap karıştırarak onu sarhoş etmeyi başarır. Sızan Agdistis’in erkeklik
organını da bir çam ağacına bağlar. Agdistis ayılıp kendine gelince, birden
zıplar ve böylece kendi kendini hadım etmiş olur. Agdistis’in kesilen
organından akan kanlardan bir badem ağacı ve meyveler oluşur. Irmak tanrısı
Sangarios’un kızı bu badem ağacından bir meyve alıp koynuna koyar ve hamile
kalır. Kızın babası bu durumu öğrendikten sonra kızını ölüme terk eder ama
tanrılar kıza yardım ederler ve onun beslerler. Tanrıça Kybele’ye dönüşen kız,
Attis’i doğurur. Babası Sangarios çocuğun doğduğunu duyduğunda bebek Attis’i
sokağa atar. Tanrıça Attis’i alır ve onun himayesi altında çobanlar Attis’i
keçi sütü ile besleyerek büyütürler.’ Attis tasvirlerde hep çoban kılığındadır.
Pausanias’ın diğer anlatımında,
Agdistis’in doğması ile ilgili bazı kısımlar farklı anlatılmıştır:
‘Phrygia
bölgesinde Agdos adlı ıssız bir dağ varmış, orada Kybele tanrıçaya bir taş
kültü aracılığıyla tapınılırmış. Zeus tanrıçaya tutkulu bir şekilde aşık olmuş.
Ana Tanrıça, Zeus’a yüz vermemiş; Zeus onunla birleşmeyi başaramayınca
spermlerini dağın üzerine bırakmış. Zeus’un bıraktığı menilerden bir kısmı
tanrıçanın rahminden içeri girmiş ve Kybele, Agdistis olarak adlandırılan çift
cinsiyetli korkunç bir yaratık dünyaya getirmiş.
Tanrılar bu
yaratığın ortadan kaldırılması gerektiğini düşünürler ve onu yok etme görevini
Dionysos’a verirler. Agdistis, Dionysos’un yardımı ile hadım edilir.
Agdistis’in cinsel organından akan kandan bir nar ağacı meydana gelir.
Sangarios’un kızı Nana ağaçtan bir nar alır ve göğsüne koyar, hamile kalır.
Sangarios kızını evden atar, fakat tanrılar Nana’ya yardım ederler ve onu aç
kalmaması için nar ile beslerler. Nana, Attis’i dünyaya getirdikten sonra
ortadan kaybolur. Attis tanımadığı insanlar tarafından keçi sütü ve bal ile
beslenir.’
Pausanias’ın her iki anlatımında
da farklılıklar görülmesine rağmen, doğuş mitosu ile ilgili en önemli
ayrıntıları onun vasıtası ile öğrenebilmekteyiz. Kybele-Attis doğuş mitosunun
Anadolu kaynaklı olması muhtemeldir, çünkü olayların geçtiği yerler,
Anadolu’dadır. Mitosta adı geçen ırmak tanrısı Sangarios, Phrygia bölgesinden
geçen Sakarya ırmağının adıdır. Olaylar, Agdistis, Attis, Sangarios üzerinde yoğunlaşmaktadır.
Agdistis’in ve Attis’in doğuş mitosunun kökleri MÖ 3. yüzyıl Tunç Çağı’nda,
özellikle Hitit destan geleneğinde yatar. Hititler’e ait Ullikummi Şarkısı,
Kumarbi söylencesi ve Yunan mitolojisinde Thegonia (Tanrılar’ın Doğuşu) mitosu
ile benzer yönler sergilemektedir. Bu mitosların benzer bölümlerini şöyle
sıralayabiliriz:
Agdistis ve Attis’in doğuş
mitosunda görülen Agdistis’in hadım edilmesi olayı Yunan mitolojinde
Hesiodos’un Theogonia (Tanrıların Doğuşu) adlı eserinde, Kronos ile Uranos
arasında geçen mitos ile de benzerlik göstermektedir. Mitosla ilgili kısım
şöyledir;
Kronos ile
annesi Gaia anlaşır. Gaia, Kronos’u saklar ve onu pusuya yatırır, eline tırpan
verir. Kronos ile annesi Uranos’u ortadan kaldırma planları kurarlar. Uranos
geceyle birlikte yeryüzüne iner. Ama pusuda bekleyen Kronos, babası Uranos’un
cinsel organını tırpanla keser ve onları fırlatır. Atılan organdan çıkan
kanlarla toprak ana hamile kalır; Erinysler’i, öç tanrılarını, parlak zırhlı,
uzun kargılı devleri, Orman perilerini doğurur. Atılan hayalar denize
düşmüştür. Hayalardan çıkan ak köpüklerden (spermler) tanrıların en güzeli
Aphrodite dünyaya gelir. Agdistis’in kesilen erkeklik organından çıkan tohumlar
ile güzel bir bebek olan Attis doğar; Theogonia (Tanrılar Doğuşu) efsanesinde
de Uranos’un tohumlarından dünyalar güzeli Aphrodite doğmuştur.
Attis’in doğuşu ile Aphrodite’nin
doğuşu birbirine benzemektedir. Ayrıca güçlü bir kral olan Uranos’un ortadan
kaldırılmak istenmesi ile tanrıların Agdistis’i ortadan kaldırmak istemeleri de
benzer yönlerdendir.
Theogonia’dan başka, Yunan
mitolojisinde Agdistis’in hadım edilişi ile benzer anlatımlar vardır.
Hephaistos’un Athena’ya tecavüz girişimi buna iyi bir örnektir (Resim 66). Bu
mitos anlatımında;
Tanrıça Athena Troya savaşında kullanmak üzere Hephaistos’tan kendisine silah yapmasını ister. Hephaistos şaka ile karışık ona birlikte olma karşılığında bu istediklerini yapacağını söyler. Athena bu sözleri ciddiye almaz, Hephaistos’un demirci atölyesine gider. Tanrı Hephaistos, tanrıça Athena’ya tecavüz etmeye kalkışır. Athena Hephaistos’tan kendisini kurtardığında, tanrının bacağını ıslattığını görür; bacağındaki ıslaklığı bir yün parçası ile siler ve tiksinerek Atina yakınlarındaki bir yere atar. Yere düşen bu tohumlar, Toprak Ana’yı şans eseri döller.
Resim 66 - Hephaistos’un Athena’ya tecavüz girişimi - Paris Bordone (1500–1571)
KYBELE ATTİS BİRLİKTELİĞİ ve ATTİS’İN ÖLÜMÜ
Kybele ve Attis’in birliktelik efsaneleri, Roma ve Yunan yazarlarına ait anlatımlardır. Bu anlatımların Lydia ve Phrygia versiyonları birbirlerinden biraz farklıdır.
Efsanenin Lydia’daki Anlatımı
Lydia versiyonu olarak
adlandırılan anlatımda, mitos Lydia’da geçmektedir ve Attis ile yabandomuzu
arasında yakın bir ilişki vardır. Yabandomuzu Atys ya da Attis’i öldürür ya da
bu hayvanın avlanması sırasında Attis istenmeyen yazgısına yenik düşerek ölür.
Bu anlatım şeklinde Attis, Kybele’nin aşığı ya da hadım rahibi değil, kral
soyundan gelen yaşayan bir kişi olarak görülür.
Herodotos (MÖ 5. yüzyıl),
Hermesianax (MÖ 3. yüzyıl başı) ve Pausanias’ın (MS 2. yüzyıl sonu) anlatımına
dayanan Lydia versiyonu, bir kralın oğlu ya da rahip olan Attes ya da Atys
isimli kişinin kaza sonucu yabandomuzu avı sırasında bir kişi tarafından öldürülmesine
ya da arada hiçbir aracı olmadan yabandomuzu tarafından öldürülmesine dayanır.
Halikarnaslı Tarihçi Herodotos Anlatımı
Lydia versiyonu anlatımlar
içerisinde en erkeni MÖ 5. yüzyıl Herodotos’a aittir. Ancak bu yazar, Kybele
(Angdistis)- Attis ilişkisinden bahsetmez; sadece o, Lydia kralı Kroisos’un
oğlu olan Atys’in bir yabandomuzu avı sırasında Kroisos’un sarayına sığınmış
Adrastos tarafından öldürülmesinden bahseder. Bu burada Attis yerine Atys adını
görürüz.
‘Lydia kralı
Kroisos’un iki oğlu vardır. Bunlardan biri dilsizdir; diğeri ise Atys adında
tüm yaşıtlarından her yönden daha önde olan bir gençtir. Kroisos bir gün
rüyasında oğlu Atys’in demir uçlu bir kargı ile öldürüleceğini görür ve
uyandığında ilk iş olarak onu evlendirmeye karar verir. Rüyasından esinlenerek,
oğlunun kargı, mızrak gibi silahların tehdidinden korumak için, ordu
komutanlığı görevinden alır. Atys’i
evlendirme hazırlıklarının devam ettiği bir zamanda Phrygia’dan bir misafir
Lydia’ya gelir. Bu kişi Phrygia kralı Gordios’ın oğlu, Midas’ın torunu
Adrastos’tur. Kardeşlerinden birini öldürdüğü için ülkesinden
uzaklaştırılmıştır. Kroisos ona sahip çıkar ve kendi ülkesinde dilediği gibi
yaşayabileceğini söyler. Adrastos, Lydia kralının sarayına yerleşir. O
sıralarda Mysia yöresinin Olympos dağlarının olduğu kısımda, Mysialı
çiftçilerin tarlalarını silip süpüren, ekinlere zarar veren bir yabandomuzu
türemiştir. Çiftçiler bir türlü yabandomuzunu yok edemezler; bunun üzerine
çiftçiler kral Kroisos’a elçi yollarlar ve onun oğlunun, adamlarının
köpeklerini alarak bu yabandomuzunu öldürmek için gelmelerini isterler. Kral,
oğlu dışında tüm istedikleri kişilerin ve köpeklerin yollanacağını onlara
söyler. Atys babasının Mysialı elçiler ile konuştuklarını duyar ve kendisinin
de bu avda bulunması gerektiğini babasına bildirir. Kroisos oğluna rüyasında
gördüklerini anlatır ama oğlu Atys’i bu ava gitmemesi için ikna edemez; çünkü
Atys, babasına bu avda savaş gibi bir durumun olmadığını, yabandomuzunun da
kargı kullanamayacak olduğundan başına bir olay gelmeyeceği söyler ve ava
katılır. Bunun üzerine kral, Phrygia’dan gelen Adrastos’u oğluna göz kulak
olması için av partisine dahil eder. Andrastos’da kralı kırmayarak av partisine
katılmayı sevmediği halde ava Atys’i korumak için katılır. Tüm
görevlendirilenler ve köpekler yola çıkarlar Olympos’a ulaştıkların da
yabandomuzunu bulmak için bir sürek avı başlatılır. Domuzu bir köşeye
sıkıştırırlar ve kargılarını onun üzerine fırlatırlar. Kroisos’un
görevlendirdiği Adrastos’un fırlattığı mızrağı domuzu ıskalayıp kazayla Atys’i
vurur ve Atys ölür. Böylece de Kroisos’un rüyasında gördüğü kehanet doğru
çıkar. Ama üzücü olan bu cinayeti ülkeye misafir olarak gelen kişinin
işlemesidir. Adrastos, kardeşini öldürdüğü gibi birini daha öldürmüştür.
Avcı
grubundan biri koşarak Lydia Devleti’nin başkenti Sardes’e varır ve krala
oğlunun Adrastos tarafından öldürüldüğünü bildirir. Bu ölüm onu altüst eder ama
onu asıl üzen oğlunun katilinin onu korumakla görevli olan kişinin olmasıdır.
Kroisos bu yaşananlardan dolayı, Zeus’a isyan eder. Ava gidenler Atys’in
ölüsünü Lydia’ya getirirler; katil onların arkasından gelmektedir.
Ölünün
arkasında duran Adrastos bu yaptıklarının cezası olarak kendisinin
öldürülmesinin gerektiğini söyler ve kurban edilmek ister. Ancak kral, ona
‘konuğum’ diye hitap ederek ocağını söndüren Adrastos’a acır ve onu bağışlar.
Lydia kralının oğlu törelere uygun olarak gömülür. Gece olunca yaptıklarına
dayanamayan Adrastos, Atys’in mezarı üzerinde kendi canına kıyar.’
Bu anlatımda Atys, avcılıkla
uğraşan, savaşlarda başarılı olan bir kişi olarak anlatılmıştır. Açıkçası bu
kişinin Phrygia dışında, Lydia’da yaşayan bir kişi olarak bu adı alması oldukça
ilginçtir. Ayrıca, Atys’in mezarının Lydia’da, başkent Sardes yakınlarında
bulunduğunun da burada belirtildiği görülür. O halde bu kişi bir tanrı olmaktan
ziyade yaşayan bir kişidir ve onun mezarı yapılacak kazılarla belki de
bulunabilinir. L.E.Roller, bu anlatımdaki Atys’in Anadolu’da yaşayan erkeklere
verilen bir isim olduğunu ve bundan dolayı bu kişinin tanrı ya da rahip kral
olan Attis olamayacağını belirtir.
Attis’in bir yabandomuzu avı
sırasında öldürülmesi, Aphrodite’in genç sevgilisi Adonis’in ölümünü
hatırlatır. Aslında bu hikayelerdeki öykünün çekirdeği vahşi yabandomuzu
sahnesi değildir. Bu sadece mitosun bir yüzüdür; ama genelde avlanma motifi
öykünün çekirdeğidir. Hermesianax’ın anlatımında, Attis, Phrygialı Kalaos’un
doğuştan hadım olan oğludur. Büyüdükten sonra Lydia’ya göç eder ve orada
Ana’nın ayin şenliklerini kutlar.
Lydialı Gezgin Pausanias’ın Anlatımı
L.E.Roller, Pausanias’ın
anlatımlarını, Pausanias A ve B şeklinde ayırmıştır. Pausanias’ın
anlatımlarındaki bu ayrım dışında, mitosun geçtiği yerler ve içeriği konusunda
da bazı farklılıklar bulunmaktadır. Bunun içinde Pausanias’ın anlatımlarının
ilkini Lydia versiyonu olarak adlandırılan anlatımlara; ikincisini de Phrygia
(Pessinus) versiyonu olan anlatımların arasına yerleştirmemiz gerekir.
Pausanias (Pausanias, VII.17.9–12.):
‘Phrygialı
Kalaos’un oğlu olan Attes üreme iktidarı olmaksızın doğmuştur. Büyüyünce
Lydia’ya gider ve onlara Ana Tanrıça kültünü kabul ettirir. Attes, Ana Tanrıça
tarafından o kadar hürmet ve takdir görür ki Zeus bu olaya sinirinden ve
öfkesinden Attes’in arkasından ülkeye bir domuz gönderir. Bu domuz birçok
Lydialı ile birlikte Attes’i de öldürür. Bu yüzden Pessinus’taki Galatyalılar
domuza dokunmazlar ve yemezler.’
Pausanias, Kybele ve Attis mitosunu anlatırken iki farklı
Attis tiplemesi ortaya çıkarır ve ayrıca bu anlatımlarda olayın geçtiği
yerlerin de farklılığı göze çarpar:
·
Lydia kralının ülkesine giden ve Kybele kültünü
Lydialılara tanıtan Attis’in görüldüğü anlatım, Lydia versiyonudur.
· Tanrıçaya sadık kalacağına söz veren ama sözünü tutamayarak Pessinus kralının kızına aşık olan Attis’in başından geçenlerin anlatıldığı, olayların Pessinus’ta geçtiği, anlatımda Pessinus versiyonudur.
Pausanias’ın Lydia anlatımında
Attis, Phrygia’da ölümlü bir babadan doğan, kısır olan, yetişkinliğinde
Lydia’ya taşınan, orada Ana Tanrıça ayinlerini Lydialılar’a tanıtan, Zeus
kültünü gölgede bırakmasından dolayı Zeus tarafından kıskanılan önemli bir şahsiyettir.
Bu anlatımda, Kybele ve Attis’in birlikteliğine ve aşkına değinilmemesi dikkati
çeker. Buradaki Attis, tanrıçaya kendisini adamasından sonra tanrısal konuma
ulaşmış bir insan ya da rahiptir. Attis’in normal bir insandan sonra tanrıya
dönüşmesi, onun tanrıçayla aşk yaşamasından değil; ona olan bağlılığından
dolayı olmalıdır.
Ankara Eskişehir ekseninde bir
dönem yaşayan Galatlar’ın bu külte girenlerinin yabandomuzu eti tüketmemeleri
muhtemelen buradaki anlatımlarda tanrılarını ya da prenslerini öldürdüğü için
lanetledikleri bu hayvanın etini yememek için olmalıdır. Ayrıca, bu tanrı ve
tanrıçanın toprak ve tahıl ürünleri ile ilişkisini düşündüğümüzde; Attis,
tarladaki topraktan çıkan ekinleri, tanrıça da toprak ana olarak Attis’i
kucaklayan anneyi, Attis’i öldüren yabandomuzu da tahıl başına gelecek
kötülükleri simgelemektedir. Bundan dolayı da domuz bazı toplumlarda
verimsizlik ve bereketsizlik getireceğine inanıldığından istenmeyen bir canlı
olmuştur.
Phrygia Versiyonu
MÖ 1250 yıllarında Frigya
(Pessinius(Ballıhisar-Eskişehir)) Kralı kızını, Attis adlı bir genç ile
evlendirmeye karar vermiş. Ancak Anadolu'nun Ana Tanrıçası Kybele'de Attis'i
seviyormuş. Attis, Tanrıça Kybele'ye inanan biriymiş ama tanrıçanın kendisini
sevdiğini bilmiyormuş. Komşu ülkelerin kralları ve tüm halk düğüne davet
edilmiş. Düğün ziyafeti başladığında gökyüzü masmavi ve parlakmış. Birden gök
kararmış ve gökyüzünden gelen korkunç bir uğultuyla kızgın Ana Tanrıça Kybele
düğüne gelmiş. Tanrıça öfkesini Attis'e öylesine yöneltmiş ki Attis'de bu
duruma çok üzülüp çılgıncasına dans etmeye başlamış. Dans ederken kendinden
geçmiş ve hançeriyle cinsel organını kökünden kesip atmış. Kasıklarından
fışkıran kan topraktan bitkilerin fışkırmasına neden olmuş. Attis kan kaybından oracıkta ölmüş. Attis'in
vücudu da çam ağacına dönüşmüş. Sevdiğini kaybeden Ana Tanrıça anısını yaşatmak
için Attis'den oluşan çam ağacının hiç bozulmamasına karar vermiş. Böylece çam
ağacı her zaman yeşil kalır ve yaprakları hiçbir zaman dökülmez. Daha sonra insanlar törenlerini kutsal kabul
ettikleri çam ağacı etrafında yapmaya başlarlar. Böylece Kybele'nin sevgilisi
Attis ölümsüzleşir. Balkanlardan göçüp Pessinius'a yerleşen Galatlar, burada
rahiplerin hepsinin hadım olduğunu gördüler. Muhtemelen bu efsane nedeniyle
rahipler hadım ediliyordu.
MÖ 204 yılında, Roma Cumhuriyeti Kartaca ile Pön savaşlarını yapıyorlardı. Roma, Kartaca kralı Hannibal'in tehdidi altındaydı. Endişe içerisindeki Roma senatosu bir kahin kadının söylemlerine inanarak kurtuluş için Pessinius’taki Kybele kültünün Roma'ya taşınmasına karar verdiler. Galatlı din adamlarını bir şekilde ikna edip siyah göktaşından heykeli Roma'ya götürdüler. Bunun üzerine morali düzelen Roma ordusu, Kartaca'lıları yendi. Hannibal, Anadolu'daki Seleukos(Büyük İskender ölümünden sonra komutanlarının kurduğu devlet) krallığına sığındı. Romalılar, Pön savaşları sırasında Hannibal'ın Makedonya kralı ile anlaştığı zamandan itibaren, Balkanlara ve Anadolu’ya göz dikmişlerdi. Sonradan Bergama kralının destekleriyle Anadolu'ya geldiler ve kent devletlerini Roma eyaletlerine dönüştürdüler. Pessinus uygarlığı MÖ 204 yılında Ana Tanrıça Kybele(Magna Mater) kültünün, Roma’ya taşınması üzerine önemini kaybetti. Hıristiyanlıktan önceye rastlayan bu dönemde, Anadolu’da yerli tanrıça Kybele’ye ibadet ediliyordu. Ancak 4. yüzyılda burası da Hıristiyanlığı kabul edince, Kybele Kültü yasaklanmış ve Pessinus’daki tapınak da yıkılmıştır. Böylece Ana tanrıça geleneği yok olurken, Pessinus, Bizans yönetimine, önemini yitirerek girmiştir.
Phrygia (Pessinus) versiyonu olarak adlandırılan anlatımlar da genellikle Attis, Angdistis’i ya da Kybele’yi aldatan bir sevgili olarak görülür ve onun Kybele’nin hadım rahibi olarak ölmesi teması ana konudur. Phrygia (Pessinus) versiyonu, Diodoros (MS 1. yüzyıl), Ovidius (MS 1. yüzyıl), Pausanias (MS 2. yüzyıl), Arnobius (MS 3. yüzyıl) ve Servius’un (MS 4. yüzyıl) anlatımlarına dayanır. Mitosun Lydia versiyonunda bir kralın oğlu olarak görülen Attis tiplemesi, Phrygia (Pessinus) versiyonunda Kybele’nin iradesine sahip olamayan sevgilisi olan bir tanrı olarak karşımıza çıkar.
Yunanlı Tarihçi Diodoros Anlatımı
‘Çobanlar
tarafından büyütülen Kybele büyüyünce ilk önce Attis ardından da Papas adında
bir genci sevdi, onunla yakın ilişkiye girdi, Papas’ın anne ve babasını Kral ve
Kraliçe olarak tanıdığında hamileydi. Kralın sarayına götürüldü, bakire
olmasına karşın hamile olduğu anlaşıldı ve Kral onu büyüten çobanları ve
Attis’i öldürttü. Ve bedenleri mezarsız bıraktı. Attis’e karşı olan sevgisi ve
kendisini büyütenlerin başına gelenlerden dolayı çıldıran Kybele, dağınık
saçlarıyla, inleyerek ve tef çalarak ülkeden ülkeye dolaştı durdu.’
Bu anlatımda Kybele ve sevgilisi Attis arasındaki ilişki diğer anlatımlara göre biraz daha farklıdır. Burada, Attis ve Kybele uygunsuz bir ilişki yaşamışlar ve sonucunda da cezalandırılmışlardır. Diğer anlatımlarda, Attis kusur işleyen, Kybele ise öç alan kişi olarak; ahlaksal uygunsuzluğa karşıydı. Ayrıca buradan Attis’in annesi Nana’da görülen bakire Ana Tanrıça olmanın kutsallığı burada da devam etmiş gibi görülüyor. Anlatımda Attis’in Kybele tarafından değil de babası tarafından öldürülmesi ve hadım edilmemesi diğer anlatımlardan farklı olan başka bir noktadır.
Romalı Şair Ovidius Anlatımı (Ovidius, IV.181–244.)
'Phrygialı
genç, güzel yüzlü Attis ormanlarda kule taşıyan tanrıçayı lekesiz aşkla yendi.
Attis itaat sözü verdi ama yeminini bozdu ve Nympha Sangaritis ile kendisi
olmaktan çıktı. Bunun için öfkeli tanrıça onu cezalanırdı, Attis çıldırdı, evi
yıkılıyordu sanki, kaçtı koşarak Dindymus Dağı’nın tepesine, kah ‘Meşaleleri
kaldırın’ kah ‘Kamçıları kaldırın diye bağırır’; yemin eder Palaestine
tanrıçalarının orada olduğuna, keskin bir taşla kendini hadım edip uzun
saçlarını peşinden sürükledi, kir toz içinde. Şöyleydi çığlığı: ’hak ettim,
kanla ettiğim cezaları, ödüyorum, bana zarar veren o organlar yok olsun’’...
kasıklarının ağırlığını kaldırıp attı... çılgınca kendinden geçmesi örnek oldu
ve kadınsı rahipleri saçlarını sallayarak aşağılık uzuvlarını kestiler.’
Tanrı Attis’in hadım edilmesi temasının ilk defa bu anlatımda işlendiğini görüyoruz.
Lydialı Gezgin Pausanias Anlatımı
‘Attis’e Ana Tanrıça (Kybele) âşık olur. Attis ona sadık kalacağına söz verir ama Pessinus kralının kızına âşık olur. Attis kralın kızı ile evleneceği sırada düğün konukları arasından Agdistis (Kybele) görünür ve kıskançlığından Attis’i çıldırtır. Dağa kaçan Attis, bir çam ağacının altında kendini hadım eder ve ölür. Kanından taçlı dağ laleleri meydana gelir. Bu yaptığından pişman olan Agdistis(Kybele), Zeus’a yalvarır ve Attis’in yeniden dirilmesini ister. Ancak Zeus, Attis’in bedeninin hiç çürümeyeceğini, saçının hep uzayacağını, yalnızca sağ elinin küçük parmağının hareket edeceğine söz verir. Tanrıça, Attis’i Pessinus’ta gömer ve o her yıl yapılan törenlerde tanrı olarak anılır.’
Kuzey Afrikalı Rahip Arnobius Anlatımı
‘Genç
Attis’e Agdistis ve Magna Mater aşıktır ve Agdistis gizlice Attis’e birçok kez
av hediyesi vermiştir. Attis bir gün sarhoşluğu sırasında onların aşkına ihanet
eder ve Midas’ın kızı İa(İo) ile evlenir. Kral Midas düğününden Agdistis’in
haberi olmasın diye şehir kapılarının kapanmasını emreder. Ama Magna Mater
şehir duvarlarının başı ile kaldırarak içeriye girer. Agdistis çılgınlık içinde
tüm topluluğa saldırır ve bunun sonucunda Attis kendini bir çam ağacının
altında hadım eder ve kestiği genital organını Agdistis’e fırlatır. Magna Mater
bunları gömer ve bunlardan taçlı dağ laleleri meydana gelir. İa(İo) ise
Attis’in bedenini yüne sarar ve Agdistis ile birlikte o da ağlar. Daha sonra
İa(İo) kendini öldürür ve bedeni Magna Mater tarafından gömülür. İa(İo)
kanından taçlı dağ laleleri, mezarından da badem ağacı meydana gelir. Magna
Mater çam ağacını mağarasına taşır ve Agdistis ile birlikte Attis için ağıt
yakar. Tanrıçanın isteğine rağmen Zeus, Attis’in tekrar dirilmesine izin
vermez. Ancak bedeninin çürümemesine, saçlarının uzamasına ve küçük parmağının
hareket etmesine izin vermiştir. Bunun üzerine Agdistis, Attis’in bedenini
Pessinus’ta kutsar ve her yıl rahiplerin kutlamaları ile onurlandırılmasına
izin verir.’
Bu anlatımda tanrıça, Kybele adı
görülmez. Agdistis adı ile ön plana çıkar. Zaten Agdistis, gök tanrısı ile
toprak tanrıçasının çift cinsiyetli kızıdır. Sonradan erkeklik uzvu tanrılar
tarafından yok edilecek ve Kybele’ye dönüşecektir. Bu anlatımda, Tanrı Attis’in
ölümü de diğer anlatımlara göre biraz daha farklıdır. Onun ölümü, tanrının
kendisini bir çam ağacının altında hadım etmesi ile gerçekleşir. Buradaki
Attis’in bedeninin yüne sarılması, Mart törenlerindeki bir uygulamanın temeli
olmalıdır. Demek ki Kybele’nin hadım rahipleri, bu mitostaki Attis karakterini
fazla önemsiyorlardı.
Ayrıca, Agdistis’in (Kybele),
tanrı Attis’in cinsel organını toprak içerisine gömmesi, bu tanrının üremedeki
gücünün göstergesidir. F. Maternum, Kybele-Attis mitosunda geçen ayrıntıların
anlamını yorumlarken Kybele’yi toprağa Attis’i de topraktan çıkan ekine
benzetir. Kybele’nin Attis’e olan sevgisini de toprağın ekini sevmesine,
tanrının hadım edilmesi cezasını da çiftçinin orakla olgun ekinleri kesmesiyle;
tanrının ölümünü de kesilen ekinlerden düşen tohumların toprağa saklanması
şeklinde niteler ve her yıl toprağa serpilen tohumların yıllık sürelerle
yeşermesini de Attis’in yaşama dönmesi ile ilişkilendirir.
Attis’in cinsel organının toprağa gömülmesi sonucu taçlı dağ laleleri ortaya çıkması nedeniyle Adonis’in kanından taçlı dağ laleleri oluşması arasında bir bağlantı kurulmuş olunabilir. Yazarlar, Kybele’nin eşi olan Attis’in hadım edilmesini, maddi dünyanın sonsuzluklarına doğru hızlı düşen Attis’in isteklerine gem vurulması olduğunu belirterek insanoğlunun da Attis gibi içindeki taşkınlığa gem vurmasıyla, bir olana erişebileceğini vurgular.
Romalı Servius
‘Güzel çocuk
Attis, Mater Magna’nın üst rahibidir. Şehrin kralı tarafından seviliyormuş ama
onun bir zorbalık yapacağını anladığı zaman ormanlara kaçmış. Ancak kral
tarafından bulunmuş ve kralın kendisine tecavüz etmesinden önce kralın cinsel
organını kesmiş. Aynı şeyi ölmekte olan kralda Attis’e yapmış. Mater Magna’nın
rahipleri bir çam ağacının altında ölmekte olan Attis’i bulurlar ve onu
tanrıçanın tapınağına götürürler. Onu hayatta tutabilmek için her şeyi yaparlar
ancak sonuç alamazlar. Attis’in cesedini gömerler, tanrıça da her yıl ona tören
düzenler.’
YUNAN MİTOLOJİSİNE GÖRE DÜNYANIN OLUŞUMU
Yunan Mitolojisi her şey bir kaos ile başlar. Efsane
"Başlangıçta kaos vardı" der.
Belki de bu belirsizlik ona kaos ismini vermiştir.
Önce Toprak Ana Gaea vardı
Yunan yaratılış efsanesine göre önce kaos vardı. Bir süre sonra bu kaostan bir anda Gaea oluşmuştur, yani toprak, başka bir deyişle "Toprak Ana" (Resim 67).
Resim 67 - MÖ 750-650 yılları arasında yaşamış Yunan didaktif şiirin babası sayılan Hesiod der ki, "Gaea'dan gökyüzü yükseldi", Gökyüzü, yani Uranus; toprağın, yani Gaea'nın hem oğlu hem eşi oldu. O zamanlarda, gökyüzü ve yeryüzü birbirine o kadar yakındı ki, birbirlerine öyle büyük bir aşkla sarılmışlardı ki, aralarındaki sınır ayırt edilemezdi. Bereketli, yeşil Gaea, Uranus'un yağmurlarıyla ıslanınca, Eros ortaya çıktı; yaratıcı aşkın ruhu. Eros, bir varlıktan çok, Gaea'nın ruhu olarak tanımlanır; yeryüzü ve gökyüzünü birlikte kılan bir güç.
Erkek Egemen Tanrı Başlıyor - Uranus
Gaea ve Uranus'un kucaklaşmasıyla
ilk varlıklar oluşmaya başladı. Gaea, Uranus'un kolları arasında mutlulukla
kıpırdandığında, narin, yeşil, yumuşak tepeler oluştu ve Gaea bu tepelerden
düşünme yeteneğine sahip ilk varlıkları Titanları doğurdu (Resim 68).
Titanlardan sonra Gaea, yüz
kollu, dev canavarlar doğurdu. Babaları Uranus onları görür görmez nefret etti,
iğrendi ve toprağın içine geri itti. Gaea acıyla kıvranıyordu, bu
kıvranmalardan yeryüzündeki büyük taşlık dağlar oluştu. Ancak Uranus Gaea'ya
eziyet etmekten vazgeçmiyordu.
Uranus, Cyclopes ve Hecatonchires
gibi bazı çocuklarını Tartarus yeraltı zindanlarında tutsak edince anneleri ve
eşi Gaea’ın gazabına uğradı. Gaea, acı içinde ilk çocukları olan Titanlar'a
seslendi. Babaları ve yarı kardeşleri olan Uranus'a karşı kendisiyle birlik
olmalarını istedi. Ancak Titanların hemen hepsi Uranus'tan ölesiye
korkuyorlardı, yardım çağrısına karşılık vermediler Gaea'nın.
Resim 68 – Gaea ve Uranus
Ancak içlerinden biri, Cronus,
annesine yardım edeceğini belirtti. Titanların en cesuru olan Cronus, annesine
yardım edip babasını saf dışı bıraktıklarında evrenin idaresinin kendisine
geçeceğini sezinliyor olmalıydı. Bunun üzerine Gaea, Cronus'un pençeye benzeyen
güçlü elleri için demiri yarattı. Yerden biten bu demiri çakıl taşıyla biledi,
bir orak haline getirdi ve Cronus'a verdi. ‘Bununla babanı hadım edeceksin!’
dedi. Cronus orağı aldı ve gece olduğunda uykuya çekilen babasının üzerine
atıldı ve onu hadım etti. Böylece gökyüzü sonsuza dek yeryüzünden ayrılmış
oldu, artık dünyaya hükmedecek hükümdarların, toprağa ayak basmaları
gerekecekti, gökyüzünden yeryüzüne hükmetmek olanaksızlaşmıştı.
Babasının erkeklik organını kesen Cronus, ardına bile bakmadan ordan uzaklaştı. Kesilmiş erkeklik organından toprağa damlayan kanlarından yeni varlıklar doğdu. İlkin, doğa yasalarının ve evrenin koruyucuları Erinys’ler. Bu tanrıçalar birçok söylemde yer almış olan korkunç yaratıklardır. ‘Suçluları kovalayıp duran bir nevi mitolojik polistirler’ diye anlatılır. Ardından, Uranus'un kesilmiş erkeklik organından damlayan ikinci kan damlalarından Gigantlar doğdular. Yeryüzü görünümündeki Gaea, gökyüzü görünümündeki Uranus, fiziksel özellikleri pek bilinmeyen ancak insan görünümünde olduklarını düşündüğümüz Titanlar ve yüz kollu devlerden sonra; Gigantların dış görünüşleri pek garipti. İnsanlara benzer bir yapıları vardı ancak vücutlarının alt kısmında yılan biçimli bir kuyruk bulunuyordu. İki ayakları üzerinde duruyorlar ancak sürüngen özellikleri de gösteriyorlardı. Üçüncü damladan da Dışbudak ağacının perileri Meliae’lar doğdular.
Resim 69 - Yunan Tanrılar Panteonu
Organ sonunda suya düştü... Üzerinde bulunan spermler tuzlu deniz suyu ile birleşti ve bir köpük oluşturdu. Bu köpük Kıbrıs kıyılarında karaya vurdu ve içinden güzeller güzelli Aşk Tanrıçası Aphrodite çıktı. Aphrodite göğün kızıdır ve ilk tanrıçalardan biridir. Roman mitinde kendisine Venüs ismi verilmiştir, sabah ve akşam yıldızı olarak görünmüştür.
Ve Tanrılar Tahtı Cronus’un (Roma’da Saturn)
Böylece Cronus tahta geçmiş oldu.
Ancak Cronus'un babasından daha da zalim bir tanrı olacağını kimse bilemezdi.
Yüz kollu dev kardeşlerini kurtaracağı yerde, ona umut bağlamış olan
zavallıcıkları daha da gerilere, Tartaros'a itti. Tartaros, Yeraltı Dünyası'nın
en derin, en korkunç, en karanlık yeridir ve Homeros tarafından ‘Tartaros'un
yeraltı dünyasına olan uzaklığı, dünyanın gökyüzüne uzaklığı kadardır.’ diye
tanımlanır. Oraya düşmek, bir varlığın başına gelebilecek en kötü şeydir.
Cronus, kendisine ayak bağı
olacaklarını düşündüğü kardeşlerini Tartaros'a hapsettikten sonra keyfine baktı
ve kardeşi Rhea'yı kendisine eş olarak aldı. Fakat hayal kırıklığına uğramış
olan Gaea, Cronus'un ihanetine bir kehanetle yanıt verdi ve Cronus'un keyfini
kaçırdı... ‘Babana yaptıklarının aynısını günün birinde çocuklarından biri de
sana yapacak.’
Rhea, Cronus'a bir sürü çocuk
doğurdu... Böylece eski Yunan Tanrıçaları ve Tanrıları birer birer ortaya
çıktılar.
Resim 70 – Roma’da Saturn olan Cronus doğan çocuklarını yutuyor.
Cronus, annesinin kehanetinden korkuyor, Rhea doğurdukça bebeği yutuyordu (Resim 70). Rhea bu durumdan elbette hoşnut değildi ancak, günün birinde doğacak çocuğunu sever de kıyamaz yutamaz umuduyla doğurmaya devam ediyordu. Ancak Cronus akıllanacağa benzemiyordu. Oysa Rhea'nın sabrı tükenmişti, yine hamileydi ve bu sefer doğacak çocuğunu Cronus'un midesine göndermeye hiç niyeti yoktu!
Rhea annesi Gaea'dan akıl aldı,
ve onun öğüdüne uyarak çocuğunu dağlık bir yere gidip doğurdu ve oğlunu keçi
sütü ile besledi. Sonra da onu ne idüğü belirsiz Kuretler'e verdi. Kuretler o
dağlık bölgede yaşayan küçük tanrıcıklardı. Kuretler eğer Cronus oralara
yaklaşacak olursa korkunç sesler çıkarıp bebeğin sesini duymamasını
sağlayacaklarına söz verdiler.
Sonra Rhea, yerden bir kaya
parçası aldı, onu battaniyelere sardı sarmaladı ve yutması için Cronus'a sundu.
Cronus'un gözü öylesine dönmüştü ki, battaniyeyle beraber kayayı yuttu,
Rhea'nın bir sonraki doğumuna kadar rahatladı. Ancak Rhea bir daha doğurmadı.
Aradan yıllar geçti, Zeus büyüdü,
genç ve kuvvetli bir tanrı oldu. Günün birinde akıllı ve bilge peri Metis’e
rastladı. Zeus hemen ona âşık oldu. Metis'e hayatını anlattı. Babasının
çılgınlıklarından, yeraltına hapsedilmiş kardeşlerinden bahsetti. Metis
öğrendikleri karşısında kayıtsız kalamadı ve Zeus'a yardım etmeye karar verdi.
Hemen büyülü bir iksir hazırladı ve babasına içirmesini tembihleyerek bunu
Zeus'a verdi.
Zeus, babasının sarayına saki
olarak bir şekilde kendisini kabul ettirdi ve şarabına büyülü iksiri karıştırıp
içirmeyi başardı. İksir hemen etkisini gösterdi, Cronus birer birer yuttuğu
çocuklarını kusmaya başladı. Bebekler babalarının karnından büyümüş, gelişmiş
bir şekilde çıktılar. Ölmemiş olmaları çok doğal aslında, çünkü onlar tanrı ve
tanrıçalardır.
Çocukları, Cronus'un midesinden
çıktıktan sonra babalarının karşısına dikildiler. İlerde Olympos'ta bir nevi ev
kadını olan ocak ve ev düzeni Tanrıçası Hestia, kolunda bir demet başak ile
tasvir edilen bereket tanrıçası Demeter, evliliğin koruyucusu Hera, sonradan
yeraltı dünyası'nın tanrısı olan Hades ve sonradan denizler tanrısı olan
Poseidon...
Zeus Tanrılar Panteon’unun Başı oluyor.
Hepsi de Zeus'un önderliğinde
babalarına karşı birleştiler ve şiddetli bir savaş başladı. Zeus, Tartaros'tan
yüz kolluları çıkardı. Onlar da kendilerini esaretten kurtaran Zeus'a
minnettarlıklarını bildirmek için onun yanında savaştılar. Hatta Zeus'a şimşekli
silahlar armağan ettiler. Böylece savaş Zeus ve kardeşlerinin üstünlüğü ile
sona erdi.
Bu savaşın 10 yıl kadar sürdüğü söylenir. Bildiğimiz savaşlara benzemez bu. Kimse kimseyi öldürüp yaralayamaz, zaten ölümsüzlerdir. Amaç salt iktidar ve koltuk kavgası olduğundan, bunca süre Zeus, Cronus'u artık iktidarı kendisine teslim etmesi için ikna etmeye zorlamıştır. 10 yıl sonra da Cronus yorgun düşmüş olmalı ki, Zeus ile anlaşmaya razı olmuş, iktidarı devredip Mutlular Adası'na, kader ve kısmete yön vermek üzere atanmıştır (Resim 71).
Resim 71 - Ubaldo Gandolfi'nin Rhea (Kybele) ile Zeus’un Cronus’u kovması tasviri - 1770
Cronus alt edilince, Zeus önderliğinde yepyeni bir düzen kurulmuştur (Resim 72). Zaten Zeus'un önderliği herkes tarafından kabul edildiği için, bu pek de zor olmasa gerek. Zeus, kendisini ‘Gökyüzünün ve Yeryüzü'nün Tanrısı’, Poseidon'u ‘Denizler ve Irmakların Tanrısı’, Hades'i ‘Yeraltı Dünyası'nın Tanrısı’ ilan edip, zirvesi devamlı bulutlarla kaplı olan Olympos Dağı'na yerleşti.
Resim 72 – Baş tanrı Zeus
Zeus kendisine karşı gelen
Titanları Tartaros'a kapatarak cezalandırdı. Ancak birer Titan oldukları halde
kendisine başkaldırmayan Prometheus ve Epimetheus kardeşleri insanın
Yaratılışında görevlendirdi. Savaşta diğer Titanların başında bulunan Atlas ise
en büyük cezayı, yerküreyi omuzlarında taşıma cezasını aldı...
Yunan mitolojisinde Titanomachy,
Eski Yunan tanrıları Titanlar ile Zeus önderliğindeki Olympus’lu tanrılar
arasından gerçekleşen ve 10 yıl kadar süren büyük savaşıdır. Savaşın bitimiyle Othrys dağına yerleşik eski
pantheon, Olympus dağına yerleşik yeni pantheon oluşumuna yenilmiş oldu.