İTHAF

 



Sevgili eşim Erman Karaca ve doyasıya sarılamadığım annem Sebahat Karaca’ya ithaf ediyorum 


F.Rüştü Karaca



 

Ve kadınlar,

bizim kadınlarımız:

korkunç ve mübarek elleri,

ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle

anamız, avradımız, yarimiz

ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen

ve soframızdaki yeri

öküzümüzden sonra gelen

ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız

ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki

ve karasabana koşulan

ve ağıllarda

ışıltısında yere saplı bıçakların

oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan

kadınlar,

bizim kadınlarımız...

 

Nazım Hikmet

 

ÖNSÖZ

 

İnsanoğlu var olduğu günden itibaren, çözemediği doğa olaylarının sebebini oluşturacak, elde ettiklerini koruyacak ilahi güçlere inanmıştır. Farklı toplumlarda farklı ritüeller yoluyla pekiştirilen bu inanç, kimi zaman erkek; kimi zamansa kadın formunda heykelcikler insanlaştırılıp somut olarak ifade edilmiştir. Tarihin başlangıcından beri kadın ve erkek, her devirde, her coğrafyada, her kültürde birbirlerini tamamlayarak yaşamış ve varlığını sürdürmüştür. Bu tamamlayış esnasında bazen biyolojik ve fiziksel nedenlerden ötürü cinsiyete dayalı iş bölümü yapılmıştır. Kadın ön plana çıkınca anaerkil kültürler oluşmuş ve kadına doğurganlığı sebebiyle kutsallık atfedilip tanrıçalaştırılmıştır. Ancak kadın bazen de geri planda yaşamını sürdürmek zorunda kalmış hatta köle, hiçbir hakkı olmayan bir nesne olarak görülmüştür. Tabi ki bu farklılıklar yaşanılan toplumun anlayışına, dönem şartlarına ve coğrafyaya göre değişip gelişmiştir.

İnsanın, doğanın zorlukları karşısında yaşam mücadelesi verdiği Paleolitik[1]  devirde erkeğin gücüne dayalı avcılık önemli olmuş ve dolayısı ile inanç, erkeğin ön planda olduğu erkeklik sembolleri ile ifade edilmiştir.

Neolitik[2] devirde bahçeciliğe dayalı yerleşik düzene geçildikçe toprakla özdeşleştirilen kadının doğurganlığı ön plana çıkmış ve Ana Tanrıça inancı oluşmuştur. Bu, erkeğin dışlanmadığı ancak erkeği doğuran ana olarak Ana Tanrıçanın ön sırada yer aldığı bir süreç olmuştur. Çatalhöyük buluntuları, Anadolu‘da Neolitik devirde öncül bir Ana Tanrıça tapınımının varlığına işaret etmektedir. Elde edilen buluntular, o devirdeki inancın, şimdiki ve sonraki yaşamda bereketin sürekliliğine odaklandığını ve bunun dişi varlık vücudunda simgelendiğini göstermektedir.

Ataerkillik, MÖ 3000'de (Gılgamış destanı) Orta Doğu'da (Sümer-Mezopotamya) başlamış gibi görünmektedir ve daha sonra anaerkil medeniyetleri ezerek ve kademeli olarak asimile ederek dünyaya yayılmıştır. Anadolu’nun MÖ 546-334 yılları arasında Pers istilasına uğradığı dönemde kuzey ve Mezopotamya halkları Ataerkil olmalarına karşın Anadolu’da hala Ana Tanrıça inancı en üst tanrı olarak varlığını sürdürüyordu. Ancak insan nüfusunun artmasıyla birlikte daha geniş topraklara duyulan ihtiyaç, savaşların kazanılmasında erkeğin gücünün ön plana çıktığı Büyük İskender’in doğu seferi ile başlayan Hellenistik Devir‘de (MÖ 330-MÖ 30) durum tamamen değişmiştir. Ana Tanrıça’nın kişiliği erkek egemen Yunan Panteonu‘nda birkaç Tanrıça arasında paylaşılmış olarak varlığını sürdürür. Ancak Ana Tanrıça bu devirde Anadolu‘da kent merkezlerinde tapınım gören en önemli Tanrıça olmamakla birlikte yine de dağlık, kırsal kesimde saygı görmüştür.

Arkeolojik buluntuların sağladığı kanıtlar, yüzyıllar boyunca adı Kuwawa, Kybele, Meter ya da başka bir şey olsa da Anadolu‘da aynı Ana Tanrıça‘ya tapınıldığını göstermektedir. MÖ 4. ve 3. yüzyıllarda, avcılık giderek azalıp, bahçecilikten çıkıp tarlada saban tarımına geçildikçe kadın toplum içinde giderek ikincil role itilmiştir. Böylece Anadolu'da da yavaş yavaş anaerkil toplumdan ataerkil topluma geçiş gerçekleşmiştir. Tarihsel çizgide kadının bu geri itilişi önce tanrılar panteonunda erkek tanrıların ön plana çıkışına, giderek ana tanrıça kültünün yok oluşuna ve devamında tek tanrılı dinlerin hayat bulmasına denk gelir. Doğurganlık özelliğiyle yücelen ve bu anlamda yaratıcılara denk görülen kadın cinsinin elinden yavaş yavaş bu özelliğinin yüceliği alınır ve yücelik erkeğin eline geçer. 

Ana Tanrıça Kybele kültü birçok dini ve gelenekleri etkilemiştir. Kybele matriyarkel[3] bir tanrıça idi. Toplum patriyarkel[4] olunca öteki matriyarkel topluma karşı bazı fedakarlıklarda bulunmak zorunda kalmıştır. Efsaneleri yazanlar bu nedenle matriyarkel toplumun baş tanrıçası Kybele'ye, patriyarkel toplumun baş tanrısı Zeus’u Girit’te Dikte mağarasında doğurtular. Bu suretle Kybele, Tanrının anası oldu. Efes kentinin tanrısı Artemis’de Efes ve çevresinin Kybele'si idi. Onun için Tanrı anası sayılırdı.

MS 431’de Hıristiyan kilisesinin büyükleri, Meryem Ananın özelliklerini belirlemek için Efes’te konsil topladığında halkın baskısıyla karşılaştılar. Efes’te yeni Hıristiyan olanlar eski inançlarını henüz tamamen terk etmemişlerdi. Konsül, Meryem Ana’yı da Tanrının anası olarak kutsamak zorunda kaldı. Tarımsal etkinlikle ilgili şenliklerde çok-tanrılı dinlerin bereket ritüelleri günümüzde bile hala kendini göstermektedir. Örneğin Paskalya, yani İsa’nın dirilişi yortusu, İlkbahar’ın ilk günü, yani martın yirmi birinde gece ve gündüzün denkleştiği anda kutlanır.

Friglerden, Hititlerden önce Batı Anadolu'nun hakimi Luvilerin Kuwawa’sı, Mezopotamya-Anadolu-Mısır-Yunanistan-Avrupa arasında değişik adlarla tapınılan bir Ana Tanrıça idi. Bu tanrıça son safhada tek tanrılı dinlere geçince Kenan ülkesinde Havva ve Meryem olacaktır. Nasıralı İsa'nın annesi olan Meryem Ana'nın, Hz.İsa’nın ölümünden sonra hayatının son döneminde Artemis’in memleketi Efes’e gelerek yuvasına dönmesi sadece bir tesadüf değildir.

Aslında öykü Hz İsa’dan 4 bin yıl önce Sümerler’de ve sonrasında Anadolu’da efsanelerde zaten yazılmıştı. Her din bu hikayeleri kendine kopyalayarak günümüze kadar getirdi. Paskalya şenlikleri ve Hristo Anesti (İsa’nin dirilişi), Frig tanrısı Attis’in ölümü ve yeni baştan dirilmesinden başka bir şey değildir. Hıdrellez ve Nevruz’da Attis’in ölümü ve dirilişi ile aynı günlerde kutlanır. Hatta o günlerde kadınlar, bugün de olduğu gibi, dileklerini kağıtlara yazarak Hızır İlyas’a göndermek için suya atarlar. Unutmayalım ki Tammuz(İnanna tanrıçasının kocası) ya da Attis derin suların oğludur. Attis’de Sakarya ırmağının torunudur. 

                           Ayvalık 2023


 

 

 

 

 




[1] yontma taş devri 2 milyon yıl öncesinden MÖ 8000 yılına kadar

[2] cilalı taş/tarım devri MÖ 8000-5000 yılları arası

[3] Anaerkillik, toplumda kadının, özellikle "ana"nın etkin olma halidir.

[4] Ataerkillik ya da patriyarki, erkek otoritesine dayanan bir tür toplumsal örgütlenme düzenidir. Bu düzenin temelini erkeğin üstünlüğü fikri oluşturur; soy erkekler tarafından belirlenir, hakimiyet erkeklerindir. Bu toplumlarda erkeklere kadınlardan daha çok saygı gösterilir.


Popular posts from this blog

8. KYBELE’YE NE OLDU?

1.KADININ İLKEL TOPLUMLARDAKİ YERİ